30 Haziran 2012 Cumartesi

Günebakanlar...

Bu fotoğrafları dün saat 09:30 sularında Çorum-Alaca yolu üzerindeki bir günebakan tarlasında çektim. Havanın parçalı bulutlu olmasından dolayı günebakanlar kafalarını tam olarak güneşe çevirememişlerdi.

Bu konuyu Makro Ustam J.'ye ithaf ediyorum.   
Günebakan tarlasının içerisine girmem pek o kadar kolay olmadı. Dün, gündüz ve geceden yağan yağmur, tarlayı ayakkabılarımı bile ayağımdan çıkartacak kadar güçlü bir çamurla kaplamıştı. 

J. Arkadaşımın gibi çeşit çeşit çizmelerim olmadığı için ayakkabılarımla daldım tarlaya. Neyse ki günebakanlar daha boyumu geçmiyordu da tarlanın içerisinde kaybolmadım.     
İşte buradaki üç fotoğrafı Senjamin'i Ustamdan öğrendiğim şekilde ayarlayarak görüntüledim. Bu sırada da günebakanın üzerine bal arısı konmuştu.  
Bu kadar büyük bir görüntüyü makroyla almak olur mu acaba? Yoksa Ustamın yaptığı gibi küçük görüntüler mi yakalamalıyım? Onu Ustama bir danışmam lazım. 
Güneş, günebakanların çiçek yapraklarına vurunca o sarı yapraklarda beyaz bir gölge bırakması şaşırttı beni.

Naci Bey, Kardeşim, Özlemiştik Sizi...

Naci bey, kardeşim. Gelmenize, aramızda bulunmanıza çok sevindik. 
Yenge, sizleri görmeyeli 10 sene olmuştu.  
10 senelik hasreti giderdik 2-3 günde. 
Sizlerle fazla ilgilenemedik, zamanınız da kısıtlıydı zaten. 
Sizler değişmeseniz de Mustafa'nın, o ufacık Mustafa'nın ne kadar büyüdüğünü görmek hayal gibi bir şey oldu. 

Sanat, tarih ve derslerinden başka hiç bir şeyi düşünmeyen Mustafa. Hititlerin savaş arabalarına da binmiş oldun bu sayede. 
En çok İngilizceyi öğrenmen sevindirdi bizleri. 
Naci bey, sen de şansını fazla zorlama. Bırak artık silahları, benim gibi ağaçlarla, otlarla, bitkilerle uğraş...
Çatak Tabiat Parkı'nı beğenmediğini biliyorum. Biraz daha zamanımız olsaydı balık tutacağın o kadar çok yerler vardı ki, oralara gidecektik daha. 
Şansımıza da havalar yağışlı geçti, istediğimiz gibi gezemedik. 
O gün ben de çok üşüdüm. Allah'dan yakacak odunumuz boldu.
Her şeyin bir sonu olduğu gibi gelişinde bir gidişi vardı. En zoru da buydu zaten. 

Mercan Yenge; buradan sonrasını yaz buraya. Alaca Höyük, Şapinova, Hititlerin kalbi Hattuşa nasıldı? Eğlenebildiniz mi? 
Yolunuz her zaman açık olsun; Naci, Mercan, Mustafa...

28 Haziran 2012 Perşembe

Halam Geldi...

Hoş geldin Halam; 
DLR, Halam ve MHRMH Kına Gecesinde. 
,
Gelmenle ortalığa renk kattın Halam...
O kadar yolu, bu yaşında gelmene gönlüm razı değildi ama siz genede geldiniz. 
Annem ve diğer yaşlılarımız gelmene ne kadar sevindiler anlatamam. 
Sizin izinizde ki genç öğretmenlerimiz, sizden çok şeyler öğrendiler. Onlara; "Bir öğretmenin hiç bir zaman öğrencilerini asla unutmayacağını" öğrettiniz. 
Herkes size hayran kaldı... 
Gençlerle genç oldunuz o gece...
Siz nasıl bizi yalnız bırakmadınızsa, bizlerde sizi yalnız bırakmama gayretindeydik. 
Bizler yorulduğumuz halde, siz hiç yorulmadınız. 
Sizin gelmeniz bize onur, şeref verdi. Yanımızda olmanız yeterdi bizlere.

İyi ki geldiniz Halamız...  Bir de ayrılıklar olmasaydı...

Kına ve Düğün

Sevgili kızım MHRMH'ın 25 Haziran günü yapılan Kına Gecesinde; DLR, MHRMH ve Ayşe'miz. 
Damadın Aydın. 
26 Haziran günü yapılan düğün; Şrf, Aydın, MHRMH ve ben. 
Karedeki tüm şahıslar yeğenlerim. diğer 19 tanesini işlerinden ve il dışında bulunduklarından dolayı yan yana getiremedim.

Kına Gecesi ve düğünde bulunan ve bulunamayan herkesi selam ve saygılarımı sunarım.

24 Haziran 2012 Pazar

Köye Davete Gittik...

Damadımın köyünde adetmiş, düğünden önce köylülerine yemek vermek. Bu yemekte bizlerinde, yani benim ve Şrf''nin de bulunması gerekiyormuş. 

Bu gün de yeğenim Ayşe'nin üniversite sınavlarının son imtihanı vardı, saat 10:00'da sınava gireceği okula götürüp bıraktım. Saat 12.15'de de kendisini, köye gideceğimiz kafile ile alıp köyün yolunu tuttuk. 

Köye iki araba olarak gittik. Köye girdiğimizde dünürüm Hüseyin bey tarafından karşılandım. 
Son yıllarda 30 hane kadar kalan köyün Hüseyin beyin evinin önüne bir branda serilerek güneşlik yapılmış, köylüye burada yemek verilmiş. Haliyle biz biraz geç gittiğimizden dolayı dünürümün köylüleriyle fazla konuşamadım.   
Dünürüm, köyün adetine uyarak, danalarından birini keserek köyün tecrübeli hanımlarıyla birlikte kazanlarda bir şeyler yapmışlar. 
Danayı kesip, yüzüp, doğrayıp yemek haline getirmek Enişte beyin göreviymiş. Enişte Hüseyin bey, Osmancık'ta inek, dana, buzağı çiftliği olan dünürüm Hüseyin beyin bacanağı Hüseyin olur...

Kendisi bu sabah erkenden kendi hayvanlarını yemleyip erkenden Osmancık'tan köye gelmiş. Eşiyle birlikte gene bütün çevikliğiyle, yerinde duramayarak çalışmış.  
Bize, evin içerisinde bir sofra kuracaklardı biz kabul etmedik. Bizim köylülerimizden ne farkımız vardı ki, biz neden onlarla birlikte oturup yemeyelim ki? Bunun üzerine bize de orada bir masa kuruldu. 

Zaten biz de; ben, Mhrmh, Şrf, yengesi, kızı Ayşe, oğlu Ahmet, kardeşi Ahmet, eşi Nesrin, oğlu Mustafa ve küçük oğlu Hakan olmak üzere on kişiydik.  
Dünürüm Hüseyin bey, ben ve bacanağı Hüseyin bey...
Çorum'dan Kargı'nın Abdullah Yaylası kesiminde bulunan Akkaya Köyüne bir buçuk saatte gelmiştik. Saatler: 14:00'ü gösteriyordu, haliyle acıkmıştık. Gerçi ben rejimde olduğum için az yemeğe özen gösteriyordum. Son günlerde 94 kiloya kadar düştüm ama nasıl düştüm bana sorun. Hoca'nın dediği gibi: "Damdan düşenin halinden damdan düşer anlar." 

Tabağıma az miktarda tavuk eti karışımlı keşkek aldım.  
Bacanak Hüseyin beyin kendi elleriyle yapmış olduğu kavurmanın yanına çok az pilav aldım. 
Yaprak sarmasını ne kadar yediğimi hatırlamıyorum. 
İçinde ceviz parçaları bulunan un helvası. Ama bundan çok yedim. Yapıldığı kazandan sıcak sıcak getirilip servis yapılınca rejimi falan unuttum. 
Damadım Aydın; kendisi her ne kadar, "Ben köylüyüm." dese de babası onun köyde doğduğundan beri hiç bir işe yaramadığını söylemekte. Kendisi Bolu İzzet Baysal mezunu olmakla Dodurga'da Mhrmh ile ayı okulda eğitmen. Doğruyu söylemek gerekirse kendisini sevmeye başladım.  
Yemeğe başlamadan önce benim tarikat...
Yeğenlerimden dördü, (Şrf'nin yeğenleri) 

Soldan sağa, Ahmet, geçenlerde Hitit Üniversitesinden mezun olan makine mühendisi; Mustafa, (Şrf'nin ikizi Ahmet'in büyük oğlu) Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi 5 inci sınıf (Bu sene beş bitti) öğrencisi; ben Ağa Enişte, Ayşe'miz, Hakan, (Mustafa'nın kardeşi) İstanbul Yıldız Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği 3 üncü sınıf öğrencisi.  
Yemekten sonra yürüyelim, köyü biraz gezelim dedik. Tabi ki yeğenlerden traktöre binmeye sıra gelmedi. Direksiyondaki Mustafa. diğerleri, Ahmet, Hakan, Ayşe, Mhrmh, Damat Aydın.     
Biz de Şrf. ve kardeşi (İkizi) Ahmet (Kayınbiraderim Öz. Baş.kom) ile dağlarda yürüyerek köyün panoramik görüntüsünü seyrettik.   
Dünürüm Hüseyin bey, tam bir Türk köylüsü. Bunca yaşına gelmesine rağmen çocukları için her türlü fedakarlığa katlanıyor. Evinde bir tek eşiyle birlikte kalmasına rağmen köşesine çekilip kendisini emekli etmemiş; yorulmak, usanmak, bıkmak, dinlenmek bilmeden çalışıyor. "Yaşadığım sürece üreteceğim." diyerek her yıl Kızıl Irmak deltasında, atadan kalma 50-60 dönümlük çeltik alanını işlediği gibi büyük baş hayvanlarına bakmayı da ihmal etmiyor. 

Bu hayvanların bakımını içine girmeyen bilemez. Hastası oluyor, doğumu oluyor, yiyeni-yemeyeni oluyor, kaçanı-göçeni oluyor, daha sayamayacağım kadar eziyetli olan bu hayvanları beslemek o kadar kolay değil. Yazın sal çayıra da kışın ne yiyor bu hayvanlar?  
Şrf, (eşim) her türlü hayvanı sever. Anında iletişim kurar, ben en çok onun bu yönünü seviyorum. 
Hüseyin bey, bütün bu işlerin arasına buğday, çavdar, arpa ekmeyi de sığdırıyor. Ekmesin de ne yapsın adam? En yakın market 25 kilometre ötede. Bunun 10 kilometresi dağlara çıkan dik rampalı ham toprak yol. Ekmeği her dakika fırından alacak hali yok ki. Kış ayları köyün yolları kapalı zaten. Buğday olmasa ekmeği kim yapacak? Satılan buğdaydan arta kalanlarla kendilerine ekmek yapıyorlar, hayvanlarına yem yapıyorlar.

Hüseyin bey, sen ve senin gibilerin kıymetini bilemiyoruz, affedin bizi. Bizler "Ekmek yoksa pastada yeriz." 

Fotoğrafta Hüseyin beyin buğdayını, sapından, taşından, çöpünden ayıran makinesi görülüyor. 
Köyde adetmiş, düğüncü, evine Türk bayrağı asarmış. 
Makro, ne yapalım, çoğu zamanımız böyle. yakına bakıyorum Senjamin gibi, uzağı göremiyorum...