31 Aralık 2010 Cuma

2010 Yılının Son Günü

2010 yılının son günüydü bu gün. Akşama doğru Şerife telefon etti. Babam aramış, akşam işten çıkınca bana gel. demiş. Şerife babama gittiğinde sağ olsun babam bizi ihmal etmemiş hindi yollamış.

Hindiyi nasıl yapalım derken resimde görüldüğü gibi yapmaya karar verdik. Tabii ki hindinin hepsini yapmadık. Kedilerin ve haftaya Nevşehir'den gelecek olan Dilara'nın istihkaklarını ayırdıktan sonra yukarda görüldüğü gibi yaptık.
Hindinin yanında bir de kestaneli pilav yapalım dedik. Geçenlerde bir arkadaşım Kastamonu İnebolu'dan kestane yollamıştı, oraların kestanesi meşhurmuş. Zaten az bir şey kalmıştı onu da pilav yaparak değerlendirdik.
Kestane deyince; sağ olası Haşim ayabeyimde dün kargo ile bir şeyler yollamış bana. (vallah bu sıralar iyiyim, bir şeyler yollayan yollayana) Yolladıklarının arasında Bursa'nın meşhur "Kestane Şekeri"de vardı. Resimde görülen kestane şekerinin kutusu.
Bu da, kestane şekerinin kutusundan açıldıktan 3 dakika sonraki hali. Arkadaş, ben koliyi açmaya uğraşırken anasıyla kızı 3 dakika içerisinde kestane şekerlerini yiyip bitirip kutusunu tezgahın üzerine koymuşlar. Ulan, adam 1 tane bırakır Allah rızası için.
İşte bu da, Haşim ağabeyimin yolladığı "Nike" marka eşofmanımın üstü. Sağ ol Haşim ağabey; zahmet ettiniz.
Akşam yemeğimizi yedikten sonra Şerife'yle biraz dolanalım diye dışarıya çıktık. Saat 21.00 ve yılbaşı olmasına rağmen şehir ıpıssızdı. Yılbaşıyla ilgili hiç bir hareket yoktu.
Şehrin tam ortasında bulunan Saat Kulesi'nin bir kaç fotoğrafını çektim. Saat Kulesi'ni Çorumlu hemşehrimiz 7-8 Hasan Paşa yaptırmış.
7-8 Hasan Paşa denmesinin nedeni ise attığı imzalarda Osmanlıca yedi ve sekiz harflerini yazmasındanmış. Kendisi Osmanlı ordusunda erlikten mareşalliğe yükselen nadir isimlerdendir. Sultan Abdülaziz'in Koruma Yaverlerindendir. Bu kuleyi 1897 yılında yaptırmıştır. Kulenin yüksekliği 27 buçuk metredir. Paşamız hakkında daha sonra detaylı bir yazı hazırlayacağım.
Sol tarafta eski Şahinci Kitapevi bulunmaktadır.
Burasıda meydandaki parkın gece görüntüsü.
Meydanda Çorum Belediye Binası bulunmaktadır. Resimdeki bakırdan yapılmış kapı belediyenin arka kapısıdır.
Belediyenin asıl girişi Postanenin karşısındaki bu kapıdır. Gerçi bina ufak kalmakla bazı birimler çeşitli yerlere yerleştirilmiştir. Başkanlığın kullandığı sembolik bina burasıdır.
Havanın soğuk olmasından dolayı pek gezemedim, yürüyüşü kısa keserek eve dönüyordum ki valiliğin bahçesinde bulunan ufak meydandaki Atm'ler dikkatimi çekti. Saydığımda 8 tane bankanın Atm'lerinin yanyana durması enteresan bir görüntü oluşturmuştu.
Eve geldim. İçki ve sigarayı bıraktığımdan dolayı yılın son gününü televizyon karşısında geçirmeye karar verdim. Yanıma oğlum KARABİBİK'i alarak Haşım ağabeyimin yolladığı eşofmanlarımı giyerek yeni yılın ilk saatlerini karşılamak için yerime kuruldum.
Diğer oğlum AKBEY'i de yanıma çağırdım, lakin o dekoderin üzerinde uyumakta olduğundan bize katılmak istemedi. Ben de normal karşıladım.
Bu da, bilindiği üzere yılbaşının vazgeçilmezlerinden Milli Piyango bileti. Şimdi beni tanıyanlar, beni bilenler daha da iyi bilsinler diyerekten biletin resmini çekerek buraya yapıştırdım. Bilet ortada, numara ortada. Büyük, küçük bir şey çıkarsa; yok bana çıkmadı, yok ben görmedim, yok ben bilmiyorum gibi laflar olmaz bende. Ne çıktığı veya çıkmadı, cebime ne koyacağım veya koymayacağım buradan belli olacak.
Yeni Yılın tüm Türk ırkına ve Türk vatandaşlarına hayırlı, uğurlu olması dileklerimle...

20 Aralık 2010 Pazartesi

Köpek Kardeşim Muzo "Muzaffer BAYRAKTAR"

Muzaffer BAYRAKTAR; veya Deli Muzo veya Köpek Kardeşim Muzo. Çocukluk arkadaşım. Kaç yıldır arkadaş olduğumuzu unuttum. Kendileri gerçek bir delidir. Deli olduğu askerde anlaşılmış. Anlaşılmasına anlaşılmış da biraz geç anlaşılmış.

Firar üstüne firar, vukuat üstüne vukuat, 4 sene sonra askeri tabiplik deli olduğuna karar vererek askeriyeden terhis etmiş Köpek Kardeşimi.

Deli Muzo, ağır vasıta ehliyetnamesi sahibi olduğundan mütevellit epey bir süre uzun yol kamyon şoförlüğü yapmıştır. Pasaportu olmadığından dolayı mesleğini Ülkemiz sınırları içerisinde icra etmiştir. Ne kadar çok işte çalıştığını kendisine sorsanız kendisi de bilemez.

Benim bildiğim kadarıyla yaptığı işler; İstanbul'da saat satıcılığı, Kamyonlara branda satıcılığı, kamyon nakleye işletmeciliği, kamyon şoförlüğü, fırıncılık, Kahvehanecilik, garsonluk, kurutemizlikçilik, özel şoförlük ve simitçilik. Bunlar benim bildiğim işleri.

Deli Kardeşim Muzo; 4 aydırda İskilip ilçesine 13 kilometre mesafede bulunan Çukurköy yolu üzerindeki Keçeç (Koçeç) tuzlasında gece bekçisi olarak görev yapmaktadır.

Bu Cumartesi-Pazar gününü onun yanında geçirmeye karar verdim ve atladım gittim Köpek Kardeşimin yanına.

Muzo, burada tuzlanın eskiden idare binaları olarak kullanılan bir binasında kalmaktadır.

Keçeç veya Koçeç tuzlası Türkiye'nin önemli tuz rezervlerinden birisine sahiptir. İnternetten aradığımda Keçeçle ilgili bir kaç fotoğraftan başka bir şeye rastlayamadım. Tuzla, Kızılırmak Nehri'nin hemem yanında 40 dönüm kadar bir alana yayılmış 40'dan fazla havuzu bulunan özel bir kuruluşa devredilmiş yarı faal bir tuzladır.
Tuzla hakında bilgi paylaşımında bulunacağım kimseler olmadığından, mecburen Deli Muzo'nun anlattıklarını nakletmekten başka alternatifim yok, anlatmaya başladı Deli Muzo.
Deli'nin anlattıklarına göre Keçeç ismi Ruslardan Koçeç'den gelmeymiş. Tuzla, Osmanlı zamanında faaliyete geçirilmiş. Kurtuluş Savaşı sırasında Rusyadan bir heyet gelerek Atatürkle görüşerek mermi yardımı karşılığında tuzlanın üretimine talip olmuşlar.
O dönem Ruslara devredilen tuzla, tam kapasiteyle çalışmaya başlamış.
Rusların ilk işi, atıl durumdaki binaları tamir etmek olmuş. Eşekler ve kürekler yardımıyla çıkartılan tuzların istiflendirilmesi için havuzların kenarlarına vagon rayları döşenmiş. Eşeklerin yerine ufak bir lokomotif getirilmiş. Çalışma bir süre böyle devam etmiş.
Fotoğrafda, eski idare binalarından birinin viran omuş hali görünmektedir.
Daha sonraları İnhisar Müdürlüğünce işletilen tuzla şimdilerde özel bir şirkete devredilmiş.
(Arka plandaki sarı bina Muzo'nun ikamet ettiği yerdir.)
Keçeç tuzlası, yeraltından çıkartılan tuz suyunun havuzlarda toplanıp, güneşte kristalleşerek tuz haline dönüşmesi sitemi üzerine kurulmuş.
Yeraltından çıkartılan tuzlu suların güneşle temasından tuz kristallerine dönüşmesinden sonra havuzlardan çıkartılarak vagonlara yüklenmesiyle başlayan yolculuğu gene eskisi gibi küreklerle yapılmaktadır.
70'li yıllardan kapatılıncaya kadar pek çok insana ekmek kapısı olmuş bu tuzlada bir zamanlar 80 kişiyi bünyesinde barındırmaktaymış.
Şimdilerde 6 kişilik bir kadro, 3 günde 30 ton tuz işleyerek Çorum'a Fabrikaya işlenmek üzere göndermektedir.
Muzo Kardeşim, Ruslardan kalma idare binalarının oturulacak durumda olanlarından bir tanesinde ikamet ederek bekçilik görevini sürdürmektedir.
Sabah, ilk işi tüfeğini sırtlayarak, bu kuş uçmaz kervan geçmez yerde çevreyi kolaçan etmektir.
Tam tepede, yıkık, viran olmuş binaların önünden geçerek tuzlaya inmektedir.
Bir zamanların şaaşalı binalarında şimdilerde in cin top oynamaktadır. Deli Muzo'yu gerçekten tebrik etmek lazım. Akşama doğru işçiler gidip el ayak çekildikten sonra bu dağ başında yalnız kalarak bekçilik yapmak her babayiğidin harcı değil.
3 günde bir Çorum tuz fabrikasından gelerek tuz götüren kamyonda Muzo'nun sorumluluk alanındadır. (Buradan kamyonun şoförü Yılmaz kardeşime selamlar)
Şirketin servis arabası her gün düzenli olarak işçilerini tuzlaya getirip götürmektedir.
İşçi kardeşlerime Allah kolaylık versin. Çocukların çay yapma sobalarını görüyorsunuz. Bence güzel, hiç yoktan iyidir.
Cumartesi-Pazar günümü açık havada geçirmek istedim, aldım şekerimi, çayımı, ekmeğimi düştüm yollara.
Muzo, oturulacak haldeki bir binayı kendisine yurt edinmiş. Mütevazi bir odası var. Muzo, halinden memnun. Muzo, sırtını sağlama almış.
Dağbaşında elbette bir silah yetmiyor. Olur a, birisi ateş etmez. Onun için çift silahla geziyor.
Muzo, o soğuklara işte bu kuzine soba ile karşı koyuyor.
Ben evimde doğalgaza 250-300 lira verdiğim halde adam gibi ısınamıyorum ama Muzo'nun odasında ter içinde kaldım. Adam akıllı ısındım. Sobanın hali bir başka oluyor. İmkanım olsa bende sobaya dönüş yapacağım.
Bu sırada kardeşim bir kitap getirdi. Kitabı eski idare binasının içerisindeki raflardan birinde bulmuş. Belli ki, İnhisar, binaları tahliye ederken içinde unutmuş.
Kitap, 1934 yılında İnhisar Matbaası İstanbul'da basılmış. Yazarı Hayrettin Ziya Bey.
Kitabın içeriği: "İnhisar Memurin Kursu" Tuz ile ilgili her şey var içerisinde. Tarihçesinden tutun da, imalatına, satışına, çıkartılmasına, senelik istatistiklerine kadar her şey var.

Hatta bir sayfasında ülkemizde tuz çıkartılan yerler bile yazılı. O zamanlar Türkiye'de 8 yerde tuz çıkartılmaktaymış. Bundan 76 yıl önce hangi tuzladan senede kaç ton tuz çıkartıldığı yazılı kitapta.
O zamanlar Keçeç, listenin 7. sırasında yer almaktaymış. Senelik tuz üretimi de 3.000 tonmuş.
İşte burada size bir tarihden bahsettim. Ülkemizin unutulan tarihlerinden birisinden bahsettim. Delide olsa Köpekde olsa unutulmuş bir tarihi anlattı bize Muzo.
Bu tuzlada çalışan rahmetli işçilerimizin emekleriyle soframıza gelen tuzdan kimbilir kaç kez aşımıza tuz kattık? Kim bilir, rahmetli akrabalarımız kaçı bu tuzlanın tuzundan yedi? Hepsinin ruhları şadolsun.

17 Aralık 2010 Cuma

Dananın Kuyruğu Yarın Kopuyor...

Dananın kuyruğu neden kopacak?

Bilindiği gibi A2, yani motorsiklet ehliyeti almak için başvuru yapmıştım. İmtihan günü geldi çattı. Yarın saat 10:00'da.

Uzun yıllar oldu bir imtihana veya sınava girmeyeli. Haliyle içimde bir sınav heyecanı var.

Resimde dananın kuyruğunun kopmadığı görülmektedir. İnşallah yarın kopacak...
Gerçi hangi tarihde aldığımı çoktan unuttuğum "B" sınıfı bir sürücü ehliyetim var. Araba sürmeyi fevkalade bilmeme rağmen motor aksamından pek anlamamaktayım. Araba motorundan anlamayan motorsikletin motorunda da anlamaz.
Hatayım boyunca motorsiklete binmiş biriside değilim. Bisiklet sürmeyi bildiğim için motoruda kullanacağım kanaatındayım. Kursa yazıldım ama havalar soğuk olduğundan motorsiklet direksiyon eğitimine gidemedim. Gerçi direksiyon sınavı yarın gireceğim sınavdan sonra yapılacak. Önce bunu atlatmalıyım, diğeri Allah kerim...
Bir tane motor fıkrası geldi aklıma:
Motor merakı olan bizim Temel gitmiş kendisine bir Honda motosiklet almış. Denemek için, şehirlerarası yola çıkıp başlamış hız yapmaya. Yokuş aşağıya doğru ilerlerken önde gitmekte olan bir Mercedese yetişmiş ve sürücüsüne;
"Sen Honda kullanmayi bilir misun?" diye sormuş.
Mercedesin sürücüsü daha evet diyemeden Temel vınnn diye geçip gitmiş. Mercedesin sürücüsü de geçilmeyi gururuna yediremeyip basmış gaza ve Temel'e yetişip sormuş:
"Peki sen Mercedesi bilirmisin?
"Bilmeeem," ve vınnnnn diye yine uzaklaşmış. Mercedesin sürücüsü biraz ileride kan revan içindeki Temel'i görünce yardımına koşmuş ve sormuş:
"Geçmiş olsun. Neden Hondayı biliyor musun diye soruyordun be kardeşim?" Temel güçlükle kaldırmış kafasını:
"Hondanin freni neredeydi diye soracaktum..."

15 Aralık 2010 Çarşamba

Bu Nasıl Uyumadır?

Bildiğimiz gibi soğuklar bastırdı. Avrupa'ya ülkemizden önce gelen soğuklar oralarda 70-80 kişinin ölümüne neden olmuş. Bu da demek oluyor ki kış bu sene çetin geçecek. Kışın çetin geçeceğini atalarımız tecrübeleriyle öğrenmişler; ayvalar çok olursa o yıl çok soğuk olurmuş. Doğru, bu yıl ayvalar haddinden fazla çok oldu.

Hadi biz doğalgaz, soba, kömür vs. ile ısınıyoruz. Hayvanlar nasıl ısınıyorlar? Bilhassa evsiz-barksız hayvanlar? Onlarda tüyleriyle ısınıyorlarmış. Örneğin kışın kedilerde tüyler haddinden fazla çıkarmış. Bahar geldiğinde de tüylerini dökermiş kediler. Bunu gözlerimle gördüm. Benim kedilerimde kış tüyleri fazla uzamıyor ama balkonda yatan 2 yavru kedinin tüyleri kışa hazırlanmış. Balkonda kutularında yatan 2 yavru kedinin tüyleri haddinden fazla uzamış. Kedicikler bile kendilerini kışa hazırlıyorlar.

Benim kedilerimin kış tüyleri neden fazla uzamıyor? Diye düşünürken aklıma evin sıcaklığı geldi. Eee, havalar soğudu, dışarı yağmur, kar, çamur diye dışarı çıkmayıp bütün gün kaloriferin üzerinde, kombinin üzerinde yatarsan tüylerin uzamaz. Senin soğukla temasın yok ki tüylerin uzasın. Gökhan baba yakıt parasını veriyor senin tüylerini uzatmana gerek yok...
Görüyorsunuz değil mi? Ne kadar acaip bir şekilde uyumuş 3 kardeş. Biz buna "ayuşlu-başuçlu" uyama diyoruz. Küçükken kardeşlerimizle böyle yatardık. Babamın 20-30 günlük senelik izinlerinde memlekete gittiğimizde yatacak yer sıkıntısı olduğu zamanlar somyalarda veya yerde kurulan yataklarda böyle kediler gibi yatardık. İyi hoş, köyde yazın kalabalık olunduğunda gene bu şekilde uyunuyor.
Ben 3 kardeş diyorum amma bunlar ana bir baba ayrı kardeşler. Evdeki dört kediden üçü siyah-beyaz bir tanesi tekir-bekir karışımı. Sokak kedileri! Şanslı sokak kedileri!
Bildiğim kadarıyla cinsi belli olmayan sokak köpeklerine "Bobi" diyorlar, cinsi belli olmayan sokak kedilerine ne diyorlar acaba?
Önceleri, yani benim çocukluk zamanlarımda (40-50 sene evvel) iki cins kedi vardı. Sarman ve Tekir derdik onlara. Şimdilerde o kadar çok değişmiş ki kediler, tüylerinde kırmızı olanlarına bile rastladım.
Geçenlerde bir fıkra duydum, kedileri seven bir arkadaş anlatmıştı, çok hoşuma gitti buraya da yazmak istedim.
AMCAOĞLU.
Bilindiği üzere aslanlarla kediler amcaoğluymuş.
Bir gün, aslan kediyi görmüş;
-Lan amcaoğlu ne bu hâl, el kadar kalmışsın.
Kedi de;
-Amcaoğlu hiç sorma. Sen insanoğlunu bilirmisin?
-Yok, bilmem.
-İşte amcaoğlu, insanların yüzünden ben böyle el kadar kaldım. Der demez aslan kükremeye, bağırmaya, insanoğluna küfürler savurmaya başlar.
-Lan, kimdir bu insanoğlu, necidir, ne yer ne içer, nerede yatar nerede kalkar? Göster bana şu densizi de ben gerekeni yapayım. Der.
Kedi de;
-Amcaoğlu bu kadar öfkelenme akşam şu saatte gel ben sana insanoğlunu göstereyim.
Bunun üzerine aslan gider akşam insanoğlu ile buluşmak için hazırlanır. Akşam olur kedinin dediği yere gelir ve başlar bağırıp çağırmaya, atıp tutmaya.
İnsanoğlu gürültü karşısında açar kapıyı. Bakar aslan gelmiş bağırıp duruyor. Der ki;
-Sen kimsin?
Aslan hiddetle:
-Ben ormanlar kıralı, kedinin amcaoğlu aslanım.
İnsanoğlu;
-Madem sen aslansın, ormanların kıralısın. Gel gir şu çuvalın içine. Der.
Aslan hiç tereddüt etmeden ve düşünmeden ağaca asılı çuvalın içine girer. İnsanoğu elindeki sopayla başlar çuvalın içindeki aslana vurmaya. Sopayı yiyen aslanın feleği şaşmıştır. Çuvalın içinden çıkmaya kalkışsada başaramaz ve içinden der ki:
-Ölmesine öldüm de amcaoğlu kadar kalabilseydim.

12 Aralık 2010 Pazar

Kar Bugünde Devam Etti...


Dün geceden beri aralıklarla yağan kar ilginç görüntüler oluşturdu. Kışa hazırlıksız giren ayva ağacı daha yapraklarını tamamen dökmemişti.

Arka plandaki çam ağacının üzerindeki karlardan karın şiddeti görülmektedir.


Çorum'da bugün sabahın erken saatlerinde yoğun kar yağışına teslim oldu. Gece geç saatlerden itibaren karla karışık yağmur şeklinde görülen yağışlar, sabahın ilk saatlerinde yerini kara bıraktı. Kar nedeniyle Çorum-Samsun karayolunda trafik tek şeritten kontrollü bir şekilde sağlanıyor. (Fotoğrafları arka balkondan çektim)

11 Aralık 2010 Cumartesi

İlk Kar Yağdı

Günlerden beri kâh soğuk kâh sıcak ama günlük güneşlik olan havalar aniden değişti ve Çorum'a mevsimin ilk karı yağdı.
Saat 21.30 itibarıyla penceremden kar manzaraları...

1 Aralık 2008 Günü Gökyüzü

Gökyüzünde 1 Aralık 2008 günü ay ile yıldızın aynı hizaya gelerek Türk Bayrağı şeklini alması muhteşem görüntünün ortaya çıkmasına neden oldu.

Ankara'daki görüntü.
Vatandaşlar ay ile yıldızın bu şekildeki görünümünün çok güzel olduğunu ve gökyüzünün Türk Bayrağı`nı andırdığını dile getirdiler. Gökyüzündeki görüntü yaklaşık 2 saat vatandaşlar tarafından izlenebildi.
Sakarya'da ki görüntü.
İzmir'deki görüntü.
Gökyüzünde ay ve yıldızın 1 Aralık gecesi yanyana gelmesi görsel bir şölen oluşturdu. Bursa`da sisli bir havaya rağmen ay ve yıldızın biraraya gelmesi merakla ve heyecanla izlendi.
Yan yana gelişleri ancak 60 yılda bir olduğu belirtilen ay ve yıldızın görüntüsü görenlere ayrı bir heyecan yaşattı.
Uzmanların 500 milyonda bir ihtimal olarak ifade ettiği astronomi olayı akşam saatlerinde havanın kararmasıyla bariz bir şekilde ortaya çıktı.

Ay ve yıldız görüntüsü uzun zaman semalarda kalarak görsel bir şölene dönüştü.