8 Ağustos 2011 Pazartesi

Şerife'yi Akrep Soktu...

Sabah erkenden kalkmıştık. Saat 09:30-10:00'da başlayan güneşin yakıcı sıcaklarına maruz kalmadan ortadaki büyük badem ağacını düşürmeye karar vermiştim. Yazgıları serdim, merdiveni ağaca dayadım, sopaları elime aldım ki tam bu sırada Şerife; bahçenin ön kısmında az bir şekilde bulunan otları kopartacağını söyledi. 'Bırak şimdi otları, bana yardım et.' dedimse de otları yolmak için eldivenlerini giyip ön bahçeye geçti. Geçmesiyle bir çığlık koptu. Koşarak gittim baktım ki Şerife'yi akrep sokmuş, karnından.

Bu sırada da akrebi takip ediyordu. Ben koşarak balkonun camının kenarındaki şeltoksu kaparak otların içerisindeki akrebe bolca sıkarak öldürdüm.

Neyse; ne sürelim, ne edelim derken incirin olmamışlarından kopartıp sütünü sürdük, daha sonra sirke sürdük. İlk önceleri bir şeyim yok diyerek bahçede gezinmeye başladı. Beş dakika sonra: 'Sol ayağım kasılmaya başladı.' dedi. Bir on dakika sonra: 'Ayakta duramıyorum, sokulan yer yanmaya başladı, ayağımı kaldıramıyorum.' demeye başladı. O zaman anladım bize hastahane yolu göründüğünü.

Atladık Datça Devlet Hastahanesi'ne gittik. Acildeki doktor öncelik tanıyarak hemen Şerife'yi yatırdı. İlk sorusu: 'Akrebin kuyruğu kaç boğumdu?' oldu. Ben doktora: 'Doktorum; vallahi, biz akrebi görürüz de kaç boğum olduğuna, boyuna posuna bakmayız, akrep der geçeriz.' dedim.

Doktor, hemşire hanıma bazı talimatlar verdikten sonra Şerife'ye içerisine bir kaç çeşit iğne enjekte ettirdiği serumu taktı. Şerife'nin yüzü bembeyaz olmuş, konuşmakta güçlük çekiyor, tam anlamıyla hali perişan bir şekilde MHRMH başucunda olduğu halde yatıyor, ara sıra uyukluyordu.

Fazla uzatmayalım, bir-bir buçuk saat sonra serum bittikten sonra kendisine gelmeye başladı. Sağ olsun doktor bey ilaç falan yazmadı, geçmiş olsun diyerek bizi taburcu etti.
Eve geldiğimizde Tıp'da okuyan yeğen Mustafa akrebi öldürdüğüm yerden almış, masanın üzerine koymuş inceliyordu. 'Bir bulguya rastladın mı?' dedim. 'Yok enişte, bölgenin tipik akreplerinden' dedi.

İçeriden resim yaptığım karton kağıtlardan bir tane getirdim. Mustafa eline iğneyi, ipliği alarak akrebi kartona dikmeye başladı. Amacımız bu olayı ölümsüzleştirmekti.
Mustafa, ilerde hastalarına atacağı dikişlerin provasını yaparak, akrebin kanadını, kolunu, iğnesini kopartmadan kartona güzelce dikti. Ben 'AKREP' tablosunun yavan kalmaması, kağıdı doldurması için zeytin ağacından dallar keserek Mustafa'ya verdim. Mustafa'da o sihirli parmaklarıyla, kendisini operasyonda farzederek ölmüş akrebi ölümsüzleştirmek için iğne-iplikle ter dökerek çalışıyordu. (Mustafa'nın operasyon sırasında ki fotoğrafını çekmeyi aklıma getirmemişim, çok pişman oldum.)
Hazır olan 'AKREP' tablosu, kurutulmak üzere bir kenara bırakıldı. Şerife, ara sıra tablonun yanına giderek tabloyu inceliyor, içerisinden belli belirsiz bir şeyler mırıldanıyordu...

3 yorum:

Sadece C. dedi ki...

Çok geçmiş olsun :(

ÇAĞATAY dedi ki...

Sağ olasın CERENMUS;

Geçen senede beni yılan ısırmıştı. Bunlar güneş yanığının yanında önemsiz acılar kalıyorlar :)

Ahmet Haşim dedi ki...

merhaba,blogunun açıldığından bugün haberim oldu, en eskisinden başlayarak okumaya başladım..öncelikle Şerife yengemize geçmiş olsun diyorum..akıcı yazınla yazdığın bu günlükleri yanında yaşıyormuş gibi okuyorum..acılı tatlılı olaylar hayatımızdan bir kesit..eline sağlık,kolay gelsin,Datça'da güzel günler dilerim, hepinize..selamlar...