27 Şubat 2011 Pazar

Köye Götüreceğim Kitaplar

Köye gitmeme 6 gün kaldı. 6 Mart pazar akşamı yola çıkacağım.

Buradaki kitaplarımı kesinlikle köye götürmem, köydeki kitaplarımı da buraya getirmem. Hepsinin yeri ayrı. Ha, bunu okudum eve götüreyim demem. Hangi kitabı nerede aldıysam orada kalır. Eve, buraya yaptırdığım, dizaynını kendim tasarladığım ve marangoza yaptırdığım kitaplıktan iki tane yaptırmıştım birini köye götürmüştüm. Köydeki kitaplık daha dolmadı.

Bu gün Kitap Yurdu'na 11 kitap sipariş verdim, kitaplar köye gönderilecek. Zaten yeteri kadar eşya taşıyacağım bir de kitaplar yük olsun istemedim. Teslimat yerini köy olarak gösterdim.

Sipariş verdiğim kitaplar öyle memleket meseleleri ile ilgili değil. Zaten memleket meselelerini konuşup tartışmayı sevmiyorum. Konuşmaların sonunun kavgayla biteceğinden eminim; zaten herkes kendi yolunu çizmiş. Kahvede on dakika konuşup, ayak üzeri yirmi dakika konuşup bir adamı ikna edemezsin. Kim hangi görüşteyse görüşü ona kalsın. Bu yüzden siyasetten uzak kitapları okumayı tercih ediyorum son yıllarda.

Yukardaki resimde evdeki Soner YALÇIN kitapları görülmektedir. Önceleri Soner YALÇIN'ı hiç sevmezdim, kendisi hemşerim olsada kuşkuyla yaklaşırdım kitaplarına. Ne zaman ki Bay Pipo'yu yazdı Soner YALÇIN'a müthiş hak vermeye başladım. Rahmetli Hiram ağabeyi yakınen tanıyorum. Soner YALÇIN, kitabında Hiram ağabeyi tam olarak aktarmış, ne eksik ne fazla. Daha sonra Soner YALÇIN'ın olayları gerçekten hiç bir abartma katmadan yazması, gerçekleri yazması, belgeleri ile sunması bende Soner YALÇIN hayranlığı uyandırdı.

YALÇIN'ın şu anda tutuklu olmasını eleştirmek beni aştığı için mahkeme kararını beklemekten başka yapılacak hiç bir şey yok. Ve kalben inanıyorum YALÇIN bir gün bile ceza almadan beraat edecektir. YALÇIN ne yazacaksa, aramada ne belgeler bulunduysa hepsi doğrudur düşüncesindeyim. Doğru olan belgelere de kimse, bu belge doğrudur diye ceza verecek hali yok. Ve inanıyorum, beraatından sonra YALÇIN, işin peşini bırakmayacak kendisini mesnetsiz yere suçlayanlarla hesaplaşacak ve kazanacaktır. Arkandayım, yanındayım Soner...

Sipariş verdiğim kitaplar:

1- HİTİTLER; Stefano De Martino'nun yazdığı bu kitapta Çorum'daki Hitit medeniyeti detaylı bir şekilde anlatılmaktadır. Kitabı DLR'ya sürpriz olarak sipariş verdim, DLR'nın branşı olduğu için.

2- Ressamlar ve Kadınları; Önder ŞENYAPILI'nın kaleme aldığı bu kitap çok enteresan bir konuyu ele almış.

3- 1831-1832 Türkiye'sinden Görümünler; O yıllardaki Türkiye'den isyan manzaraları ağırlıklı bir kitap.

4- Yakılacak Kitap; Ethem İzzet BENİCE'nin kitabının konusu Çorum'un kasabalarında geçen bir olayı anlatıyor.

5- Çivi Çiviyi Söker; Muaazzez İlmiye ÇIĞ'ın kitabı Kurtuluş Savaşı sırasında Çorum taraflarında geçen bir olayı anlatmaktadır.

6- Kızılbaş Günlerim; Abidin DİNO'nun bir kitabı, gene Orta Anadolu'daki bir kasabada geçenleri anlatıyor.

7- Yedi Çınar Yaylası; Kemar TAHİR'in Çorum cevaevinde tutulu bulunduğu sırada yazdığı kitaplardan. Bizim oralarda geçen gerçeklerden bahsetmiş.

8- Köyün Kamburu; gene Kemal TAHİR'in kasabalarda geçen olayları anlattığı kitabı.

9- Büyük Mal; Kemal TAHİR'in gene Çorum'da sürgünde yazdığı bir kitap.

10- Dam Ağası; gene Kemal TAHİR'in Çorum ve ilçelerinde geçen olayları gözlemlediği tarihi bir belgesel.

11- İhtiyar Gençlik; Mehmet SEYDA'nın kaleme aldığı bu kitap gene bizim oralarda yaşanmış bir olayı anlatmaktadır.

Bu kitapları okuyacak zamanım olmasada zaman yaratmaya çalışacağım. Akşamları kitap okurken uyumayı çok seviyorum. Lambaları bile kapatmaya fırsat olmadan uyumak çok hoşuma gidiyor...

26 Şubat 2011 Cumartesi

Yürüyüş Parkurü

Bu sene köyde yapacağım işlerimi hemen hemen hale yola koydum. Mart ayının 6'sında yola çıkmaya karar verdim.

7 günlük boş zamanımı değerlendirmek üzere yürüyüş parkurüne gittim. Son gittiğimden bu yana ne değişiklikler var onları gözlemek istedim. Amfitiyatronun yanındaki havuzu mavi seramiklerle kaplamışlar, yeteri kadar da malzemeyi yığmışlar.
Amfitiyafro yavaş yavaş şekillenmeye başlamış. Oturulacak yerler, sahne ve giriş yolu üzerindeki parkeler döşenmiş.
Burası da yürüyüş yolunun kenarındaki elektrik trafosu. Çoğu trafolar manzara resimleriyle süsleniyor. Bizim buradakine de ayrı bir resim yapılmış. Trafonun dört bir yanına tünel girişi resmi yapılmış. Yapan ressam o kadar canlı yapmış ki resmi, fotoğrafın sol tarafını açık bıraktım. Sol tarafı açık bırakmasam resmi görenler burasını gerçekten bir tünelin girişi sanacak...
Yürüyüş yolunun ortasında büyük bir boş alan mevcut. Bu boş alanda çeşitli ağaçlarla süslenmiş.
Değişik çam ağaçları dikilmiş.
Ağaçların görüntüsü ve çokluğu yürüyüş alanını mesire yerine çevirmiş.
Gerçi burası yürüyüşten sonra dinlenme yerleri olsa da manzarası halkımızın hoşuna gittiği için mesire yeri olarak da kullanılıyor.
Kamelyaların şekilleri çok hoşuma gitti. Bunlardan bir tanede köydeki bahçeme yapmaya karar verdim.
Bir haftadan uzun bir zamandır günlük güneşlik geçen şehir, bu sabah aniden değişerek gri bir renge büründü.
Yürüyüş yolunun kenarına genellikle kanatlı hayvanlardan oluşan mini bir hayvanat bahçesi yapılmış. Bahçenin girişindeki köprünün altındaki havuza ördekler konuşlandırılmış.
Bu bölümde ise keklikler bulunuyor.
Tavşanların bulunduğu bölüm tavşanlar tarafından kazılmış. Köydeki bahçeme de 3-5 tane tavşan almayı düşünüyordum ama bunlar sebzelere, çiçeklere rahat vermezler düşüncesiyle vaz geçtim.
Beyaz horozun ayaklarındaki tüyle çok hoşuma gitti. Köye gidince yumurtasından faydalanmak üzere 10 tane tavuk almaya karar verdim.

Sülünün erkeği kafesin bahçesinde dururken dişisi içerde uyumayı tercih ettiğinde dişinin fotoğrafını görüntüleyemedim.

24 Şubat 2011 Perşembe

Plastik Su Borusundan Sera

"Plastik Su Borusundan Sera"yı belki de ilk ben yapacağım. Köye gider gitmez uygulamaya koyacağım, belki de çoğu seracıya ilham kaynağı olabilirim. Planlarını kendim düşünerek tasarladım.

Aklıma takılan soru, köye gidince demirci ustasını nereden bulacağım, kaynak makinesi, elektrot gibi şeylerle nasıl uğraşacağım? İdi. Düşündükçe aklıma yeni fikirler gelmeye başladı. Plastik su borularından sera yapabilir miydim? Evet yapabilirdim. Ve işe koyuldum. Yaptığım tasarımlara göre 'iki parmak' veya 2 inç tabir edilen kaliteli olmayan plastik borulardan alacağım. Bu borular yukarda resimde görülen 7 mm'lik matkap ucu ile delinecek, yine yukarda görülen somunlu vida ile birbirine monte edilecek.

5X10 metre ebatlarınında 50 metre kare kapalı alanlı sera iskeleti borulardan yapıldığında 10 kiloluk bir ağırlığa sahip olacaktı. Üzerine konulacak olan naylon örtünün rüzgardan uçuşarak serayı yıkma ihtimali olacaktı. Bunları da göz önüne alarak aşağıdaki aleti geliştirdim.

Bu demir parçaları aynen kamp çadırların rüzgardan uçmamasını sağladığı gibi seranın da uçmasını önlemiş olacaktı. Çok mantıklı bir fikirdi.

Bizim seracılarımız her sene ayrı masraflar yaparak seralarını yenilerler. Benim düşündüğüm bu sera ise işi bittikten sonra yerlerinden sökülüp seneye tekrar istenilen yere monte edilme özelliğine sahip olacak. Demir paslandıydı, küflendiydi derdi olmayacak.

Çadırların kenarına çakıldıktan sonra iple bağlanan kazıkların yerine iple bağlama derdi olmasın diyerek demir çubukları soru işareti şekline getirdim. Demir çubukların soru işareti gibi olan yuvarlak yerlerine plastik su boruları geçirilip doğrudan toprağa çakılacak.
Bu düzeneği yapabilmek için ilk etapta 12 metre 8'lik inşaat demiri aldım. 5 Kilosuna 8 lira verdim. Şerife'nin abisinin atölyesinde demir çubuklarını 30'ar cm. uzunluğunda keserek her birine yukarda görülen şekli verdim.

Böylelikle plastik su borusundan kullanışlı bir sera yapılabileceğini ıspatlamış oldum. (Köye gittiğimde seranın bitmiş şeklini buraya yapıştırırım)

21 Şubat 2011 Pazartesi

Ziyad EBÜZZİYA Ağabeyim...


Ziyad ağabeyi ilk olarak 1989 yılında Tokatlıyan İş Hanı'nda Avukat Tuğrul ÖNDER ağabeyimin yanında görmüştüm. Tuğrul ağabeyim o sıralar avukatlıkla pek uğraşmaz Tokatlıyan'daki yazıhanesini adres olarak kullanırdı. Evden çıktıktan sonra akşama kadar bulunduğu yerdi orası. Duruşmalarını da genellikle yakın olması nedeniyle Beyoğlu Adliyesi'ne alırdı.

Duruşmadan çıktığı zaman balıkçılar çarşısındaki (Üç Horan Ermeni Kilisesinin solundaki sokakta) güzel bir meyhanede birbirinden şık hanımefendilerle oturur, yemek yerdi.

O gün çok şık ve beyefendi bir adam vardı yanında, bembeyaz saçlı, ahlat bastonlu bir beyefendi. Turgut ağabeyime beyefendinin kim olduğunu sorduğumda: "Sizden" dedi ve devam etti; "Ortadoğu Gazetesi'nde yazıyor, Orta Asya'da ki Türk halklarıyla ilgili yazıyor şimdilerde" dedi.

O zamanlar Ortadoğu gazetesi haftada bir çıkardı, SSCB ise "Çatırdayan İmparatorluk"tu, daha dağılmamıştı.

Neden sonra Ziyad ağabeyin çoğu düşüncesi gerçek oldu, ileriyi görebilen bir insan olan Ziyad ağabey bir kaç ay sonra Tuğrul ağabeyin yanına gelmez olmuştu. Romatizmalarından şikayet ediyordu. Bir gün Tuğrul ağabeyim bana bir adres verdi ve; "Ziyad seni bekliyormuş, selamı var." dedi. O günden sonra Ziyad ağabey ile arkadaş olmuştum.

Aşağıdaki yazı wikipedia'dan alınmıştır.

"Ziyad Ebüzziya (1911 İstanbul, 1994 İstanbul)

Ziyad Ebüzziya, 12.yüzyılda Horasan'dan göç edip, Anadolu'da Koçhisar'a gelen Şerefli aşiretinden Horasan'lı At Çeken Hacı Hasanoğulları'na mensuptur. Gazeteci, yazar, matbaacı olan dedesi Ebüzziya Tevfik'ten sonra, babası Gazeteci Talha ve amcası Velid Ebüzziya'nın sürdürdüğü gazetecilik mesleğine 1933 yılında amcasının çıkardığı Zaman gazetesinde başlamıştır. Ebüzziya’nın annesi, eserlerini Ruhsan Nevvara takma adıyla yazan Hadiye Hanım, 12.yüzyılda Horasan'dan gelip Burdur'a yerleşmiş Bayraktar Selimoğlu ailesindendir.

Ziyad Ebüzziya’nın ilk yazısı 1 Haziran 1931’de Ziyad Talha adıyla ilk yazısı Yeşilköy Gece’de yayınlanmıştır.

İlk ve ortaokuldan sonra liseyi Galatasaray Lisesi’nde (1924-1933), yüksek okuluysa İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde (1933-1936) başarıyla bitirerek mezun olan Ziyad Ebüzziya iş kariyerinde sırasıyla şu görevlerde bulunmuştur: İstanbul İş Bankası ve Merkez Bankası Memuru (1934 -35), Robert Kolej’de öğretmenlik (1938 -1943), Ortadoğu Teknik Üniversitenin kurucu ve Mütevelli heyeti azası (1955 -1960), Güven Sigorta Şirketi Yönetim Kurulu üyesi (1968 -1972), Denizcilik Bankası ve Deniz Nakliyat Şirketi Yönetim Kurulu üyesi (1972-74), İ.Ü. Basın Yayın Yüksek Okulu öğretim görevlisi (1979-1985), Türk Kültürüne Hizmet Vakfı kurucu ve Yönetim Kurulu üyesi (1985-1989).

Ziyad Ebüzziya 1933 - 47 yılları arasında yarı ortağı olduğu Matbaa-ı Ebüzziya 'nın idareciliğini üstlendi. 1940 yılında yayımlamaya başladığı Tasvir-i Efkar' ın adını ertesi yıl Tasvir olarak değiştirdi. Aynı yıl Son Saat adlı gazeteyi de çıkarmaya başlayan Ebüzziya, 1943 yılında kurduğu Tasvir Neşriyatı'ndan 60 kadar kitap yayınladı. 1949'da gazetelerini kapatıp politikaya atıldı.

1950 seçimlerinde DP'den Konya Milletvekili seçilen Ziyad Ebüzziya (DP üyeliği 1945-1955), 1955’de 19’lar Hareketi dolayısıyla DP'den ihraç edildi. Daha sonra Hürriyet Partisi kurucusu ve Yönetim Kurulu üyeliğinde (1955 -1958) bulundu. 4. Seçimde İstanbul ve Konya Hürriyet Partisi adayı (1957’de seçilemedi) oldu.

Ziyad Ebüzziya 1940-47 yılları arasındaki gazeteciliği sırasında demokrasi mücadelesi verirken, gazetesi 17 defa kapatıldı; 35 defa mahkemeye verildi. 1950-60 döneminde Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nde Türkiye temsilciliği görevinde bulunan Ebüzziya, 1946 -70 yılları arasında düzenli olarak yayımladığı bir tür resimli duvar ansiklopedisi denilebilecek Ebüzziya Takvimi'yle ünlendi. Kendine ait yayınevi için 'Kim Kimdir?' dizisi kapsamında kitaplar yazdı. Ebüzziya Tevfik'in Yeni Osmanlılar Tarihi'ni gözden geçirerek, genişletti, ekler koydu ve üç cilt olarak yeniden yayımladı. Ahmed Rıza'nın Batı'nın Doğu Politikasının Ahlaken İflası kitabını 1984'te çevirerek yayımladı.

Ziyad Ebüzziya’nın yayınlanmış telif, tercüme ve derleme 10’u aşkın kitabı vardır.
İstanbul Kızıltoprak (Kadıköy)'taki her tarafı antika eşyalar ve tarihi eserlerle dolu, adeta düzenli bir kitaplık ve müze görünümündeki evinde vefat eden Ziyad Ebüzziya’nın naaşı 26 Mayıs 1994 tarihinde Fatih Camii’nde cenaze namazı kılındıktan sonra Zincirlikuyu mezarlığında defnedilmiştir.
Yukarda resimde görülen zarf, Ziyad ağabeyimin bana yolladığı son mektubu oldu.

Burada ise zarfın gönderen adres kısmı görünmektedir. Ziyad ağabey postalarında Sirkeci Postahenesini kullanırdı.
Mektubunun içeriğinden da anlaşılacağı üzere, Ziyad ağabey hayatının son günlerinde bile hiç sevmediği Pars Tuğlacı ile uğraştı. Bana yolladığı son mektubundan 4 buçuk ay sonra vefat etti. Vefat haberini Tuğrul ağabeyim söylemişti bana. O tarihlerde Gümüşhane'de olduğum halde Ziyad ağabeyimin son yolculuğunda yanında bulunmak üzere cenazesine gittim, toprağa verileceği sırada cenazeye yetiştim.
Ziyad ağabeyim rahat ve huzur içinde uyusun diyerek rapor aldım. 7 gün raporlu olduğum süre içerisinde Pars TUĞLACI'nın Sirkeci'de (buradan adresi vermiyorum, gerçi çok zaman geçti adres madres da kalmadı) kitapları depoladığı yeri buldum. Doğruca Zincirlikuyu'ya Ziyad ağabeyimin yanına gittim. "Adresi buldum Ziyad ağabey sen müsterih ol, rahat uyu" dedim. Zaten son telefon görüşmemde Parseh'i Allah'a havale ettim demişti.
Pars TUĞLACI'ın asıl isminin "PARSEH TUĞLACIYAN" olduğunu söylerdi Ziyad ağabey. İsim tahsisi yaptıktan sonra PARS TUĞLACI adını aldığını söylerdi sohbetlerinde.
Daha başka belgelerde göstermişti bana Parseh ile ilgili. Fotokopilerini vermişti mahkeme tutanaklarının. Hepsi arşivimde mevcuttur.
Nur içinde yat Ziyad ağabey...

17 Şubat 2011 Perşembe

Fare...

Bu gavurlar akıllı adamlar vesselâm. Öyle bir alet geliştirmişler ki kablo falan istemiyor, çık dağ başına koy pc'yi dizinin üzerine yaz-çiz.

Tabi bunu kullanmakta önemli. Neydi o düne kadar dizüstü pc'den çektiğim, pirincin taşını ayıklar gibi parmak hareketleri yapmak. Ayır, ayır, ayır, küt vur site açılıyor. Ayır, ayır, ayır küt vur sayfayı değiştir. Ter içinde kaldım bloğumu açana kadar.

İşte gavur benim gibiler için resimdeki aleti yapmışlar. Tak bilgisayara, eski düzen sayfaları değiştir. Ortasında bir şey var, onu ileri geri hareket ettir sayfalar aşağı yukarı hareket ediyor. O kadar zevkli ki kullanması.

Teşekkürler CERENMUS; o kadar makbule geçti ki anlatamam. Şayet bu maus olmasaydı bilgisayar kullanmaktan imtina edecektim.

16 Şubat 2011 Çarşamba

Bu Gün Benim Doğum Günüm

16 Şubat, bu gün benim doğum günüm...

Tam yarım asırı geride bıraktım. Yarım asır 50 sene demek. 50 sene önce dünya bile bu konumda değildi; ozon tabakası delinmemiş, çoğu hayvan nesillerinin tükenmek üzere olduğunu bilmeden yaşıyordu. Yaşantı hep böyle devam edecek sanılıyordu. Çoğu halkımız televizyon denen nesneyi bile bilmiyordu o zamanlar, herkes kafasınca bir fikir yürütürdü. Yok içinde insanların göründüğü bir kutu varmış, yok deniz göründüğü zaman televizyonda evleri su basarmıymış. Sonra televizyon denen nesne de geldi. Kadınlarımız erkek sipikerleri görünce yüzlerini kapatır, sağa sola kaçışırlardı. Oysaki dünyada televizyon icat edileli yıllar olmuştu. Bizdeki inançlardan dolayı her şey yasaktı, haramdı. Haram yüzünden bir müddet kimse evine televizyon almamıştı. Baktılar türlü filimler, şarkılar, türküler; dayanamadılar. Hacıların hocaların bas bas bağırmalarına karşın 3-5 kişi tabuyu yıkınca bakkallarda bile televizyon satılmaya başlamıştı. Neredeeeeen nereye.

Biz konumuza dönelim; bu günkü "Kainat rekoru"mdan sonra biraz dışarı çıkmıştım. Yapacak çok işim olmasına karşılık çok az bir zamanım kaldığından dolayı zamanla yarışmaktayım. O kadar çok yapmam gereken işin daha % 5'ini anca ya yaptım ya yapamadım.

Yapılacakları kısaca maddeler halinde sıralamak gerekirse;
Bıldırcın olayı,
Arıcılık,
İpek böcekçiliği,
Çiçekçilik,
Motorculuk,
Ağaçların bakımı ve aşılanması,
Mezar kazıcılığı.
Maddeleri açmak istemiyorum, açılımlarında o kadar çok yapılacak, alınacak, öğrenilecek şey var ki. Anlatmaya kalkmayacağım, yazarken usanırım.

Bu akşam MHRMH Dodurga'dan gelirken ufak bir pasta almış. (Sağ olsun). Yukardaki resimde ufak pasta görünmekte.

Onu kestik, rutin bir şekilde işlerimizin başına döndük.

Bu da anne kedim. Ağzı var dili yok. Hayvancağız sanki doğum günümü hatırlamış gibi evde bulunduğum sürece bana yakın olmaya çalıştı, bir mesaj verecekmiş gibi davrandı. Tabii ki ben de onu ayırt etmeden kendi yediğimiz gibi ona da yedirdim.
Bu yukarda görmüş olduğunuz alet, çivi çakmaya son veriyor. Arı kovanlarından tutun da bıldırcın kümeslerine, ipek böceği yuvalarına kadar ahşap olan bilumum materyalin birbirine tutturulmasına, vidalanmasına ne kadar faydası var saymakla bitmiyor.
İşte yapılacaklardan bir tanesi de buydu, bunu da alarak maddelerden bir tanesinin şıkkını tamamlamış oldum.
Bir dahaki doğum günümde daha güzel şeyler okumak üzere hoşça kalın...

Bu Bir Kainat Rekorudur..!

Bu olay gerçekten bir "Kainat Rekorudur" 16 Şubat doğum günüm olmasına rağmen bir (1) kişi tarafından hatırlandım. Yanlış duymadınız sadece BİR kişi doğum günümü hatırladı.

Süper bir hafızaya sahip olan, Da Vinci şifrelerini bile bir okuyuşta çözebilecek kapasitedeki, psychologist, değerli yeğenim CERENMUS tarafından hatırlandım.

Gerçi ben, doğum günü, ölüm yıldönümü, evlilik, nişan, düğün, vb. gibi şeylere pek önem vermeyen, gün bağımlısı olmayan birisi olarak pek gocumdum diyemem. Unutanlar da bir gün unutulmaya mahkumdur. Hiç sevmediklerimin bile beni, mesajlarıyla doğum günümü kutlamaları biraz şaşırtı. Hiç sevmediklerimin aramasına, çok sevdiklerimin aramamasına şaşırdım. Konuyu açma saati: 17:00 yani mesai bitti. Konuyu açmak için mesai saatinin bitmesini bekledim diyebilirim. (Bu saatten sonra gelecek kutlama Allah'tan gelsin.) Gerçi bu gün çok işim vardı. Doğum günümü ben bile hatırlayamadım ta ki yeğenimin mesajını okuyana kadar. Değerli yeğenim bana doğum günümü hatırlatmasa inanın benimde hatırlayacağım yoktu. Demek ki insanlar bazen sevdiklerini de unutabiliyor. (Gerçi burası işin bahanesi.)

Hani 50'li 60'lı yıllarda yaşasak, yılın önemli günlerini haber verecek dijital aletlerimiz susturuncaya kadar çalıp, haber veremeyecek çağlarda yaşasak, normal karşılanıyor ama bu devirde "bir bit yeniği"...

Tek tesellim, bir "Kainat Rekoruna" sahip olmam ve sevmediklerimin doğum günümü kutlamış olmaları. Bundan sonra sizleri çooook seviyorum Y.K.B., VODAFON, CARTFİNANS ve diğer borçlu olduklarım. Sizlerin sayesinde doğum günlerinin hatırlanmasının ne kadar güzel bir şey olduğunu anladım. Sıkıldıkça telefonumun mesajlar bölümünden sizin mesajlarınızı okuyacağım, sizleri şu saatten itibaren can ciğer kuzu sarması arkadaşlarım ilan ediyorum. İyi ki varsınız...

14 Şubat 2011 Pazartesi

Köydeki İnternetsizliğe Çare Bulundu...

En nihayet yıllardan beri internetsiz kaldığım köydeki evime internet çaresi bulundu. Yalnızlıktan kuşlarla, böceklerle muhabbet ettiğim yıllar geride kaldı. Bu Mart ayının 10'unda köye gittiğim zaman dünyadan kopuk olmayacağım.

Dün MHRMH'a söylediğimde; "Tamam baba, al götür..." demesi beni büyük bir dertten kurtarmış oldu. "Ne olacak ki, okullar kapanana kadar evdeki bilgisayarı kullanırım, DLR gelincede bir sorun olmaz herkes kendi bilgisayarına takılır" diyen MHRMH beni çok sevindirdi. Köyde bu tip bilgisayar kullanan bir çocuğu aradığımda Türkselin Wınn'ı köyde çekiyormuş. Derhal bir wın almam lazım.
Geçen sene kardeşi DLR'nın Amerikadan ablasına hediye getirdiği bilgisayarı artık ben köyde kullanacağım.
Dizüstümüdür lap-topmudur nedir bu yeni yetme bilgisayarları kullanmayı pek beceremediğimden şimdiden alıştırmalara-araştırmalara başladım. İlk etapta kendi "KAVAKTAN TABUT" bloğuma girdim.
Olmuyor, maussuz yapamayacağım ben bunu...

Bıldırcın Kafesim Geldi...

Bursa'ya sipariş verdiğim bıldırcın kafesim geldi.

Toplam 10 bıldırcın kapasiteli kafesin önden görünümü bu şekilde.
Gayet basit ve kullanımlı bir kafes. Hastalık anında diğer kafeslere bulaşma ihtimali sıfır gibi bir şey.
Bu örnek kafesin, 30-35 bıldırcın alacak şekilde büyük tasarımının yapımını köydeki marangozum Murat üstlendi.
Üst kapağı açılıp bıldırcınların alınması, yemlenmesi; alttan ise kafesin temizlenmesi gayet basit bir şekilde tasarlanmış. http://www.vixpet.com/ 'a teşekkürler.

7 Şubat 2011 Pazartesi

"Sonbaharda Sarhoş Bir Kasaba"

Kitabın adı: 'Sonbaharda Sarhoş Bir Kasaba'; son aylarda okuduğum en güzel kitap diyebilirim. Ferhat ULUDERE, tam benim sevdiğim bir şekilde yazmış romanı, Halit Refik KARAY kitaplarını aratmayacak bir akıcılıkla yazmış. Kitabı okurken sanki kendimi romanın bir parçası olarak hissettim, kimi zaman denizin dalgalarıyla üşüdüm, kimi zaman köpek havlamalarıyla irkildim. Kitabın sayfalarının arasında, derinden gelen anason kokusunu hissettim...

On numara bir kitap diyebilirim. Teşekkürler Ferhat kardeş dertlerden uzak iki gün geçirdim sayende.

Küçük kasabalara hasta olduğum için midir bilemiyorum, denizi sevdiğim için midir, severek okudum.

Kitabı 5-10 dakika bırakıp sağa sola bakmak, gözlerimi dinlendirmek istedimse de bırakamadım. Kimi yerler o kadar heyecan verici ki, uyuya kalmasaydım 1 günde de okuyup bitirebilirdim.

Burada kitabın arka kapağında kitap içeriği hakkında bir şeyler yazmakta, şimdi beni yormayın, kendiniz göz gezdirin. Resmin üzerine tıkladığınızda okuyabileceğiniz büyüklüğe gelmektedir.

Kitabın yazarı Ferhat ULUDERE, 1977 doğumlu gençten bir arkadaşmış, kendisini tebrik ederim. Sırada yazarımızın diğer kitapları var. Köye giderken alırım inşallah, hepsini okurum.

6 Şubat 2011 Pazar

Emre Camii

Cumartesi günü dışarı çıkmıştım, çevreyi kolaçan etmek maksadıyla. Mahallemizde bulunan Emre Camii'ne doğru yürüdüm. Şadırvanını, bahçesini ve yanındaki tertemiz parkı görünce fotoğraflarını çekmek geldi içimden.

Cami, 1991 yılında yapılmış. 20 yıllık bir yapı demekki. Caminin estetik bir güzelliği olmamakla beraber şadırvanı yapıyı kurtarmış. Caminin girişine, sağına, soluna yapıştırılan bu ilanlar sizce görüntüyü çirkinleştirmiyor mu?
Minaresi çok yüksek olduğundan dolayı biraz ileri gideyim makineye sığdırayım dedimse de, yandaki binalara çok yakın olmasından ötürü tam bir görüntü alamadım. Fotoğrafı da düzeltip yapıştırdığımda orijinalliğinin bozulacağını bildiğimden yan şekilde yapıştırmaya karar verdim.
Minareyi yapan ustalara teşekkür etmek gerekir, minare gerçekten ince bir işçiliğe sahip.
Şadırvanın girişteki görüntüsü bu şekilde.
Şadırvanın tavanını ayetlerle süslenmiş.
Desenlerde gerçekten çok hoşuma gitti. Diyanet başkanlığı bu desenleri kime yaptırtmışsa gerçekten isabetli bir karar vermiş.
Yapan ustanın da ellerine, yüreğine sağlık. Bazı yerlere "ebru" görüntüsü vererek süslemiş.
Şadırvanın kubbesinin deseni gerçekten çok simetrik ve kusursuz boyanmış. Boyalar renklerini korumuş, alt boyayı hangi usta yaptıysa onunda ellerine sağlık; kalkma, dökülme emaresi görülmemektedir.

5 Şubat 2011 Cumartesi

"BAFİRA" Kırmızı Pancar Turşusu...

Geçenlerde bir arkadaşa söz vermiştim pancar turşusu yollayacağım diye. Cumartesi pazarında zor da olsa 2 kilo pancar bulabildim. Zaten bunun ne işe yaradığını bilen de yok buralarda. Köylü reyonundan aldım, aldığım teyzeye sorduğumda o da ne yapıldığını bilmiyormuş, "Soran olursa viriyom hacı amca." dedi bana.

Bu mevsinde hasatı masatı da kalmadı bunun. Belliki pazarcı teyze çeşit bulunsun gibisinden atmış torbasına getirmiş pazara.

Şekilde görüldüğü gibi alınan pancarlar temizlendi.

25 dakika düdüklü tencerede haşlandıktan sonra zaten kendiliğinde dökülen kabukları soyuldu ve soğumaya bırakıldı.
Turşunun içerisine konulan malzemeler resimde görünmekte. Datça dağlarından topladığım gölgede kurutulmuş defne yaprakları; az miktarda Taşköprü sarmısağı ve her turşuda kullanılan hazır 'turşuyap' turşu suyu.
Ben de çok merak ediyordum; bu kırmızı pancar'ın sağlık bakımında bir faydası var mıdır? diye. İnternetten baktığımda; kan temizleme, kansere, vereme ve diyabete karşı koruyucu özelliği varmış.

Şimdi bu "BAFİRA" nereden çıktı? Kargo şirketleri yollanacak malzemenin cam kap içerisinde olanlarına, kırılır hesabı pek iyi gözle bakmadıklarından dolayı, geçen hafta alınmış olan (kullanılmamış olan) plastik salça kabına aktarıldı ve ambalajı kargo şirketlerinin dilinden kurtulunmak üzere görselliğe kavuşturuldu.

48 saat sonra 'Kırmızı Pancar Turşusu' her an kullanılmak üzere hazır duruma gelmektedir.

Not: Hazırlama süresi (gidip alma, getirme, haşlama, ambalajlama, yollama) takribi 50 dakika.

3 Şubat 2011 Perşembe

Damgalı Kitaplar

Kitabın adı "Hayatımın Erkeği" Yazarı VA-NU. Vâlâ Nurettin'in takma adıyla yayınladığı kitap 1941 yılında basılmış. Damgasında Rahmetli dayımın özel kütüphanesinin damgası mevcuttur. Aynen şöyle yazmaktadır: "GÜLAÇAN KİTAP SARAYI H.CEVDET MUSAAĞAOĞLU ÇORUM-1938"
Kitabın orijinal görünümü ise bu şekilde.
Gene rahmetli dayıma ait dikdörtgen mühürlü bir kitap daha. Mühürde gene aynı şekilde dayımın adıyla kütüphanesinin adı bulunmakla tarihinde 1947 yılı görünmektedir.
"Bir Aşk Böyle Bitti" kitabının yazarı ise; Nezihe Muhittin. Basım yılı gene 1941
Bir başka damgalı kitap. Mühürde ise; T.C. MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI Kastamonu Öğretmenevi Müdürlüğü" yazmakta.
Demirci Akıncıları isimli kitabın yazarı İbrahim Ethem AKINCI. Kurtuluş Savaşı'ndan sonraki ilk Malatya valimiz.
Buradaki damga ise; "Faik Tonguç Çocuk Kütüphanesi" yazmakta.
Kitabın basım tarihi 1969
Bu kitapta ünlü İranlı yazar "Beydeba"nın Kalile ve Dimne'si. Basım tarihi 1958. Kitabın sahibi belli ki kitabını çok seviyormuş; onu çiltlemiş.
"Co'nun Çocukları" isimli kitabın ilk sayfası. Kitap o kadar yıpranmış ki, kimse eline alıp okumaya tenezzül etmemiş gibi. Hangi yıl basıldığı belli olmamakla birlikte, yayımlayan kitap şirketinin telefonunun 6 haneli olması, o zamanların İstanbul'unda ne kadar az telefon olduğunu göstermektedir.
Kitabın ön yüzü. Ne kadar çok eskidiği bir bakışta anlaşılıyor.
Victor Hugo'nun tam ismine yaraşacak şekildeki "Sefiller" kitabı. Kitap daha sefil bence.
"Kon-Tiki" 1964 basımı kitap, çocukluğumun önemli kitapları arasında yer almaktaydı. Bilim adamı Thor HEYERDAHL'ın kaleme aldığı, altı bilim adamının bir nazariyeyi doğrulamak amacıyla Güney Amerika'dan yola çıkarak Kon-Tiki isimli bir sal üzerinde Büyük Okyanusu aşmalarının hikayesidir.
Burada ise Konya'da Hudeybiye isimli bir kitapçıdan alınmış 1977 basımı kitap görülmekte.
Defterdar Sarı Mehmet Paşa'nın "Olayların Özü" Zübde-i Vekayiât kitabının ön yüzü.
Kitaplığımın en ilginç kitaplarından olan Aclan SAYILGAN'ın kaleme aldığı "SSCB ve SULTAN GALİEV" kitabının içeriği çok enterasandır. Kitap o yılların İçişler Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü Önemli İşler Müdürlüğü'nün; şimdiki Terörle Mücadele Şubesi o zaman ki Şube I. Şefliği'ne yolladığı kitaplardandır.
Bir zamanlar komünizmi büyük bir tehlike olarak gören hükümetlerin komünizmle mücadele eden birimlerine, birimlerinde çalışan personeline okuması, bilgi edinmesi için gönderdiği kitaplardan.
Komünizme karşı yürütülen mücadele; cumhuriyet rejimine karşı olanlara da yapılsaydı ülke bu duruma gelmezdi.
SSCB ve SULTAN GALİEV isimli kitabın ön yüzü. Basım tarihi 1966