28 Kasım 2008 Cuma

Yalnız Adam...

Yalnızlığı ben seçmedim Dostum; ben sadece yalnızlığa itildim...

Elimden Gelebilse...



Ahh... elimden gelebilse;
Getirebilsem ayaklarınızın uçlarına okyanusları,
Dalgasız en güzel suları...

Çekip koparta bilsem,
Bir tutam güneş ışığını
Verebilseydim ellerinize,
Kamaşsaydı “Bozkır gözleriniz”...


Ya da Tanrıdağları’nın doruklarından
Getirebilseydim bir avuç bembeyaz kar,
Şu sıcaklara inat...

Elimde olsaydı da
Patlatabilseydim o gökyüzündeki kocaman yıldızları,
Havai fişek namına
Kır çiçeği saçlarınızın üzerinde...


Çekebilseydim gemileri ellerimle;
Bir tarafına Alaska’nın buz,
Diğer tarafına Kızıldeniz’in ılık rüzgârlarını koyabilseydim...

Gidebilseydim çok uzaklara,
Mikronezya atollerine.
İnciler toplasaydım,
Kıskansalardı bakarak dişlerinize
Ve düşselerdi yerlere kar taneleri gibi...


Tutabilseydim boşlukta yüzen kuş seslerini,
Hiç bozmadan nağmelerini,
Avuçlarımda.
Kulaklarınıza yaklaştırıp
Açsaydım ellerimi,
Pırıl pırıl parlayan nûr gibi duyabilseydiniz o sesleri...


Karanlığa asla izin vermezdim;
Durabilseydim dev gibi karşısında,
Ayışığı da çarpsaydı göğsüme
Ve dönseydi size
Işıl ışıl yıldız parıltıları gibi...


Rüzgârları durdurabilseydim;
Dizginlenen atlar gibi,
Ve,
Kaldırsaydım sizi,
Yavaşça,
Koyabilseydim mavi-beyaz bulutlara...

27 Kasım 2008 Perşembe

Korkuyorum Gülüm...



Yağmurlardan korkuyorum, zamansız yağıyorlar Gülüm;

Ellerinde mor çiçekler, saçlarının röflesi, rüzgarlar dağıtacak diye korkuyorum düşlerimin ötesi.

Mihriban gülmeyecek diye bir gün, dudaklardan, mısralardan düşecek diye korkuyorum,

Salâbetim ben halâ, urganlar çözülecek, halatlar kopacak diye korkuyorum,

Pervin bir tarafta, bir tarafta Zuhâl, kanıyor içim, doğmayacak diye korkuyorum Gülüm,

Pırıl pırıl nûr akıyor, kelebekler güneşe pervane olmayacak diye bir gün, korkuyorum,

Kehkeşandaki alemden koparsa aşkım kande diye korkuyorum,

Mahzun bakışlardaki gamzeler, pembesini kaybedecek diye korkuyorum Gülüm,

Sırra kadem basacak menşei belirsiz duygulardan, mesafeler açılacak diye korkuyorum,

Göz göz yaralar bir gün vücudumda, çaresizliğime korkuyorum,

Minicik avuçlardaki ince çizgiler bir yerlerde kesişecek diye korkuyorum Gülüm,

Saba, tan, şafak bir gün hercümerç olacak, gülmeyeceksin diye korkuyorum,

Ola ki zaman gelip; uçurumun kenarından mavi-beyaz bulutlara koşacaksam eğer, şarjörlere mermiler basacak bu parmak diye korkuyorum,

Seni kaybetmekten,

Melek kanatlarından bir tüyün dökülecek diye korkuyorum be Gülüm...

Tuzlu Sularda Yalnızlık Hikayeleri

Çok zaman önce değildi, birkaç ay evveline kadar her taraf karlarla kaplıydı bulunduğum şehirde. Yalnız olmasam da yalnızdım, gözlerimde uzakların hayalleri vardı. Oldum olası uzakları sevmişimdir. “Uzak” denince içimde tarifsiz duygulardan oluşan hüzünlerle dolu karmaşık bir heyecan dalgası eser. Şimdi uzaklarda bir yerlerdeyim, tuzlu sularda yalnız başıma gözlerimde tuzların kristalleri, tarifsiz ağrılarla seyrediyorum güneşin batışını tuzlu sulara.

Gerçi yalnızlığı ben seçmiştim, ama o kadar da yalnız değilim; gökyüzünde yıldızlarım, denizlerde balıklarım, dağlarda böceklerim, ağaçlarımda kuşlarım, bahçemde kedilerim var. Gökyüzü dedim de; yağmurları severim ama yağmurlar benim dostlarımı görmemi engelliyorlar. Dostlarım da benim gibi yalnızlar, onlar çok yalnızlar. Kim mi onlar? Tabi ki yıldızlarım. Büyük Ayı’nın kuyruk uzantısında bulunan kuzey yıldızlarım, bunların en büyüğü benim arkadaşım Kutup Yıldızı. Kutup Yıldızı’nın hikayeleri aklıma geliyor, Antik Yunan’da bu yıldız Güzellik Tanrıçası Afrodit olmuş, Romalılar döneminin de Venüs’ü olmuş benim dostum. Gün boyu yer değiştirmediği için ne zaman baksam dostum aynı yerde duruyor. Konuşurum ben onunla, o da yakınır bazen yalnızlığına. Soruyorum bazen: “Dostum, çok parlaksın çok güzelsin, kara bulutlar giriyor araya, yağmurlar yağdırıyorlar seni görmemi engelliyorlar, bir çaresi var mı?” Dostum da: “Nisan yağmurları bunlar, gelip geçer ben buralardayım, sen sabah tan doğmadan şafak atmadan gel.” der bana.

Bu kaçıncı yalnızlık öyküsü? Kaç ilkbahar yeşerdim, kaç sonbahar rüzgârlarında savruldu sararmış yapraklarım. Eyy dostum, diren diyorsun ama artık gücüm kalmadı. Kaç kavak ağacından tabutlar yaptım kendime, yalnız gecelerimin yıldızı. Gecenin ilk karanlığında görmeliyim Dostum seni; lacivert zeminde altın sarısı ışıkların, uykularımı zehir etti gri yağmurlar, gözlerimde tuzlu sular. Şimdilik hoşça kal Kutup Yıldızı’m.