Parkın bilimsel açıklaması ise şöyledir:
"Sahanın jeolojik yapısı paleozoik yaşlı koyu renkli şistlerin varlığı ve bu formasyonun üzerinde uyumsuz olarak mesozoik yaşlı gri renkli kalkerler bulunmaktadır. Saha 40 yıl önce sedir, göknar ve karaçam türleri ile ağaçlandırılmıştır. Dikilen ağaç türleri geçen zaman zarfında gelişerek orta ve kalın ağaçlık çağına ulaşmış ve tam kapalı orman vasfını almıştır. İğneli türlerin yanı sıra yapraklı türlerde mevcuttur. Yapraklı türlerden ise meşe, kavak, söğüt, akasya ve ahlat yetişmektedir. Saha yaban hayvanları bakımından da oldukça zengindir. Memeli türlerden kurt, tilki ve yaban domuzu, sürüngen türler ile yırtıcı ve ötücü kuş türleri yaşamaktadır.
Parka girdiğimizde ilk olarak gözümüze çarpan set havuzlardı.
Gerçekten çok güzel bir görünüm verilmişti.
Park alanı içerisine oturma gurupları serpiştirilmişti. O kadar çok oturma gurubu vardı ki, nereye oturacağımıza karar veremedik.
Boğazın manzarası hangi yöne bakılırsa bakılsın ayrı bir güzeldi.
Biz, tepeye, parka hakim bir yere oturmaya karar verdik.
Oturduğumuz yerin yüksekçe olmasını değerlendiren park yönetimi buraya uzunca bir kaydırak koyarak ziyaretçilere ufak da olsa bir adrenalin yaşatmayı ihmal etmemişler.
Boğazın, çam ve diğer ağaçlarının oksijeninden olsa gerek ziyaretçilerin getirdikleri nevalelerini yemeleri uzun sürmüyor. Ne kadar tok karnına gelirseniz gelin insanlar bir şeyler atıştırmak istiyorlar. Tıpkı bizim gibi...
Kahvaltı yapmamızın üzerinden daha bir saat geçmemişti ki tekrar acıkmaya başladık. Mangalı yakmamız zaman kaybettireceği düşüncesiyle hazırlıklara derhal başladık.
Parka girdiğimizde ilk olarak gözümüze çarpan set havuzlardı.
Gerçekten çok güzel bir görünüm verilmişti.
Park alanı içerisine oturma gurupları serpiştirilmişti. O kadar çok oturma gurubu vardı ki, nereye oturacağımıza karar veremedik.
Boğazın manzarası hangi yöne bakılırsa bakılsın ayrı bir güzeldi.
Biz, tepeye, parka hakim bir yere oturmaya karar verdik.
Oturduğumuz yerin yüksekçe olmasını değerlendiren park yönetimi buraya uzunca bir kaydırak koyarak ziyaretçilere ufak da olsa bir adrenalin yaşatmayı ihmal etmemişler.
Boğazın, çam ve diğer ağaçlarının oksijeninden olsa gerek ziyaretçilerin getirdikleri nevalelerini yemeleri uzun sürmüyor. Ne kadar tok karnına gelirseniz gelin insanlar bir şeyler atıştırmak istiyorlar. Tıpkı bizim gibi...
Kahvaltı yapmamızın üzerinden daha bir saat geçmemişti ki tekrar acıkmaya başladık. Mangalı yakmamız zaman kaybettireceği düşüncesiyle hazırlıklara derhal başladık.
Uzun yıllardan beri; ufacık bir "KENE" yüzünden ölümlerin artması, korkuların çoğalması, çaresinin bulunmaması yüzünden; sayın sağlık bakanımızın tavsiyelerine uyarak Kırım-Kongo Ateşli Kanamalı Hastalığı'na karşı çoraplarımızı pantolonlarımızın dışına geçirerek pikniğin keyfini çıkartmaya çalıştık. (Ayrıca bu Sağlık Bakanlığı'nın rezaletini herkesin görmesi için resmettik)
Salatayı ben yaptım, malzemeleri ne kadar kalın doğradığımın farkındayım.
4 kişiye fazla gelecek diye düşündüğüm malzeme, hiç de fazla gelmedi. Belki de yıllardan beri bu kadar çok şey yedim.
Yemekten sonra, oturduğumuz yerin civarında bulduğumuz ağaç kütüğünü kaldırıp, ya bir yerlere taşımak istedim, ya da, arabanın bagajına atmayı düşündüm ama kütüğü yerden kaldırmam imkansızdı.
Sıklık Boğazı'nın bitki florası çok dikkatimi çekti.
O kadar çok bitki çeşidi vardı ki, hangisini resmedip yapıştıracağımı şaşırdım.
Şaşırdığım noktalardan bir tanesi de, etrafta hiç arı görmeyişimdi.
Bunca büyük bir Ülkede yaşadığımız halde, çiçeklerin üzerlerinde arı görmeyişim beni çok şaşırttı.
Etrafta bir tane arı olmaz mı? Olmadı işte, yoktu. Oysaki Boğazın hemen üzerinde Çomarbaşı Köyü bulunuyor. Bu köyde hiç arıyla uğraşan, kovan sahibi insan yok mu?
Hep; "Avrupa'da olsa, Avrupa'da olsa..." diye anlatmaya başlıyoruz ya, işte bu söz doğruymuş, sözün doğruluğa gene şahit oldum.
Salatayı ben yaptım, malzemeleri ne kadar kalın doğradığımın farkındayım.
4 kişiye fazla gelecek diye düşündüğüm malzeme, hiç de fazla gelmedi. Belki de yıllardan beri bu kadar çok şey yedim.
Yemekten sonra, oturduğumuz yerin civarında bulduğumuz ağaç kütüğünü kaldırıp, ya bir yerlere taşımak istedim, ya da, arabanın bagajına atmayı düşündüm ama kütüğü yerden kaldırmam imkansızdı.
Sıklık Boğazı'nın bitki florası çok dikkatimi çekti.
O kadar çok bitki çeşidi vardı ki, hangisini resmedip yapıştıracağımı şaşırdım.
Şaşırdığım noktalardan bir tanesi de, etrafta hiç arı görmeyişimdi.
Bunca büyük bir Ülkede yaşadığımız halde, çiçeklerin üzerlerinde arı görmeyişim beni çok şaşırttı.
Etrafta bir tane arı olmaz mı? Olmadı işte, yoktu. Oysaki Boğazın hemen üzerinde Çomarbaşı Köyü bulunuyor. Bu köyde hiç arıyla uğraşan, kovan sahibi insan yok mu?
Hep; "Avrupa'da olsa, Avrupa'da olsa..." diye anlatmaya başlıyoruz ya, işte bu söz doğruymuş, sözün doğruluğa gene şahit oldum.
Böyle bir flora, böyle bir zengin bitki örtüsü Avrupa'da olsa, Avrupalılar böyle bir yeri arı kovansız bırakırlar mı?
İşte biz bırakıyoruz. Ne giden hükümetler, ne de gelen hükümet halkını arıcılığa teşvik ediyor. Milli servet dediğimiz şeyler, ormanlar, bitkiler, vs. heba olup gidiyor.
Bu günkü ziyaretimin en acıklı kısmı buydu, bir arı vızıltısı duyamamamdı.
Arıcılık sertifikasına sahip olan ben; yetkililere söyleyecek hiç bir laf bulamıyorum.
Bu günkü ziyaretimin en acıklı kısmı buydu, bir arı vızıltısı duyamamamdı.
Arıcılık sertifikasına sahip olan ben; yetkililere söyleyecek hiç bir laf bulamıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder