Saat henüz 09:00 sıralarıydı. Muhammet amcamın yapacak bir sürü işi olmasına karşılık hava durumu işlerini yapmaya engel olmuştu. Bu yüzden içerisinden devamlı küfürlü bir şeyler mırıldanıyordu, anladım ki işlerini engelleyen hava durumuna sövmekteydi.
Muhammet amcam gelirken bir galon (2 litre) şarap getirmiş, yanında da Portakal, çağla, malta eriği, birazda geçen seneden kalma badem.
Havadan sudan, güncel olaylardan bahsederek şaraplarımızı içiyorduk. Bu sırada yağmur da aralıklarla bir duruyor bir yağıyordu. Yağmurun yağmasına karşılık hava pek üşüten cinsten değildi.
1 saat kadar sonra galon şarap bitmeye yüz tutunca, şarap sırasının bende olduğunu fark ederek üzerimi giyindim; yağmurun dinmesini bekledim. Tam yağmur dinince koşar adım köyün yolunu tuttum. Evden 100 metre kadar açılmıştım ki yağmur bütün şiddetiyle tekrar bastırdı. Köye daha epeyce yol vardı; gitmekle geri dönmek arasında karar veremeden geçen saniyeler esnasında yolu yarıladığımı fark ettim. Bu saatten sonra dönüşü olamazdı zaten. Yaradana sığınıp, kapişonumdan akan yağmurlara aldırmayıp köye vardım. Zaten yağmuru yediğimden dolayı köy kahvesinde yağmurun dinmesini beklemek üzere oturmak istedimse de oturmadan; elimde iki büyük (1,5 litrelik) şarapla yıldırım gibi evin yolunu tuttum.
Eve 100 metre kala yağmur dindi, güneş yüzünü gösterdi. Olan bana olmuştu. Bolca ıslandığım gibi hızlı adımlarla yürüdüğümden dolayı da ter içerisindeydim.
Bahçeme geldiğimde biraz soluklandıktan sonra bu fotoğrafı çekindim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder