...Kayık, deniz serpintisi ve binlerce balığın yeşil yeşil kanatlarının fışıltısı ile birlikte süzülüp açılır. Bu ekvator balıklarının burada bulunuşları, iklimin ne kadar tatlı olduğunu gösterir. İklim tam insan boyundadır. Sıcağı da, soğuğu da insan tahammülünü aşmaz. İklimi paltoyla, sobayla ya da yelpazeyle düzeltmeye gerek yoktur. İşte bundan dolayı buradaki şekillerin -gerek fikri, gerek mimari- niteliği doğruluktur; yalan, ikiyüzlülük cicibicileriyle örtünüp gizlenmeyi kabul etmezliktir. Bunun örneği de, Knidos kıyılarıdır.
Anadoluyu bir yere bakar varsaysak, onun ancak denize baktığını düşünebiliriz. Anadolunun bütün kolları Ege Denizi'ne açılmıştır. Bu kollardan en güneydeki Datça Yarımadası'dır. Sanki Anadolu, denize sevgisinden, Ege köpüklerine atılmış ve kırk beş mil uzanan Datça Yarımadasını yaratırken, Kriyo Burnunda; "İşte Arşipel, bak senin koynuna geldim! Çünki ben, senin Knidos'unum!" diye bağırmıştır. Bundan dolayı Datça Yarımadası, Anadolu'nun Knidos'ta şakıyan dilidir.
Burun pek uzun ve yalnızdır. Elli atmış metre yükseklere kadar bir çalısı olmayan yalçın kayalara bakılırsa, kışın deniz ya da serpintilerin taa oralara yükseldiği anlaşılır. Burun denizle baş başa klmıştır. Esintisine göre Cebelitarık'tan, Trablusgarp'tan ve Mataban Burnundan gelen dalgalar, gönüllerinin yettiğince kabarıp hızlanmak fırsatını bulduktan sonra, sonunda Anadolu'nun bu heybetli burnuna gelirler ve taşkın sevgilerden patlayan bir yürek gibi, Knidos'u yupyumuşak köpükleriyle sararlar. Böylelikle, Knidos Ege'ye, Ege de Knidos'a kavuşur... (Halikarnas Balıkçısı)
Tarihçi Lusien, "De Amoribus" adlı yapıtında Knidos'taki Afrodit Tapınağına yaklaşmasını şöyle anlatır:
"Kutsal bahçenin yanına gelmiştik, güzel kokular bizi sarhoş etti. Avlu, Afrodit'e yakışır, güzel kokulu ağaçlarla yemyeşildi. Daima çiçek açan ve yemiş veren mersin ağaçları, Tanrıçaya saygı sunar gibiydiler. Bu avluda defneler ve sergiler vardı. Buradaki ağaçların hiçbirisi yaşlanmaz. her zaman gençtirler., daima yeni dallar sürerler.
İşte bu gün bile yıkılarda (harabelerde) biten çalılar, iki bin yıl önce Lusien'in sözünü ettiği defnelerin, mersinlerin yavrularıdır.
Çiçero, bütün dünyanın Knidos Afroditine meftun kaldığını; Pilinius da bu güzel Afroditi görmek için dünyanın her yanından Knidos'a akın edildiğini yazıyor.
Yine Lusien, Kriyo Burnunun, Knidos'un ve Triyopiya Yarımadasının güzelliklerini saydıktan sonra, Afrodit'ten söz ederken bayağı çekime tutuluyor ve şöyle anlatıyor:
"Tapınağa gitdik. Orta yerde Paros mermerinden, tapınağın pek parlak bir örneği duruyordu. Dudaklarında biraz çekingen, biraz utangaç bir gülümseme vardı. Güzelliğini hiçbir şey örtmemiş... Sol elinin eğimiyle kapadığı yerden başka...
Tapınağın her yanında kapıları var. Böylece Tanrıçaya bakılabiliyor. Tapınağın bekçisi bize kapıyı açtığı zaman birdenbire başeserin etkisiyle vurulduk. Şaşkınlığımızı birkaç kez belirtmekten kendimizi alıkoyamadık..."
"Ben doğulu bir tanrıçayım, Asurlular bana "İştar" dediler. Fenikeliler bana 'Astoret! Astoret!' diye yalvarırlardı. Suriyede adım Atargatis'ti. Babilliler bana 'Belit' (Melitta!) diye taparlardı. İnsan olalı ve daha önceleri hep vardım. Ben Astarte'yim. En derin hücrenizde, her atomda kaynayan hayat kaynağıyım. Heptim, hepim ve hep olacağım. Bunun için ölümsüzüm. Benim geçmediğim yer yoktur. Tapınak olsun, duvar olsun; insan, hayvan, zindan, kule, saray, ordu; kısacası bana yol vermeyen her şeyi mutlaka ölüm çiğner ve bana yol açar."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder