26 Nisan 2009 Pazar

Ayva çiçeği...


(50X35 karakalem)

Ayva çiçek açmış yaz mı gelecek
Gönül bu sevdadan vaz mı geçecek
Bana ettiklerin az mı gelecek
Yandım Allah yandım yandırma beni
Derin uykulardan kaldırma beni
Seviyorum diyerek kandırma beni
*****
Ayaş yollarından aştım da geldim
Boyunu boyuma ölçtüm de geldim
Güzeller içinden seçtim de geldim
Yandım Allah yandım yandırma beni
Derin uykulardan kaldırma beni
Seviyorum diyerek kandırma beni
*****
Ayaş yollarında kervanım mı var
Beni öldürmeye fermanın mı var
Ağlamaya sızlamaya dermanım mı var
Yandım Allah yandım yandırma beni
Derin uykulardan kaldırma beni
Seviyorum diyerek kandırma beni

11 Nisan 2009 Cumartesi

"Gül resmi" yerini buldu...


Bu gül resminin hikayesi çok değişik; kendine ait bir hikayesi var bu resmin. Hikayenin başlangıç yeri dünyanın başkenti İstanbul. Resim yapılan bu kağıtlar bana çok değerli Z..... Ablam tarafından gönderildi. Kağıtlar önce 600 kilometrelik yoldan geldiler Çorum'a; zahmetle yapılan paket içerisinde.
Resim yapılmayı bekleyen kağıt kısa bir süre durdu Kutup soğuklarının yaşandığı kentte. Cemrelerin düşmesiyle birlikte kağıtda yola çıktı. 1.000 kilometrelik bir seyahatten sonra Ege ile Akdenizin birleştiği yarımadaya geldiler sahibiyle birlikte. Kağıt; güneşi ilk defa burada, Amasyalı Coğrafyacı Strabon'un öve öve bitiremediği yarımadada gördü. Belli ki kağıt güneşi, güneş kağıdı çok sevmişti. Bir şeylerin doğması gerekiyordu bembeyaz kağıtta...
Kağıtla kalem öyle hemen buluşamadılar sahibinin tembelliği yüzünden. Güneşin beklediği çiçek açmayı çok istiyordu Akdenizin fırtınalarında. Günlerin kâh yağmurlu, kâh rüzgârlı geçtiği bir gecede kağıdın ve kalemin sahibi tembel ve uyuşuk adam geceyarısına doğru gözlerini açtı, gözlerinin altı torbalanmıştı. Belli ki erkenden sızmış yatmıştı. Tembel adam ne yapacağına karar veremedi önce. Dolabı açtı, bir şişe bira çıkarttı, bir de gazete kağıdına sarılmış bir paket çıkarttı buzdolabından. Oturduğu yerin yanına bir sehba koydu, gözlüklerini takarak gazete kağıdının içindeki solmuş, yaprakları pörsümüş kan kırmızısı çiçeği sehbanın üzerine koydu. Birasından bir yudum daha çektikten sonra dizlerinin üzerindeki resim tahtasının üzerine Ablasından gelen kağıdı koydu, karakalemini eline aldı.
Gökyüzünde yıldızlar, odanın içerisinde ki lambalara pervane olmuş bir kaç kelebek ve kanat seslerinden başka bir şey duyulmuyordu. Tüm sesler tutulduğu anda, kalemin kağıt üzerinde çıkarttığı sesler duyulmaya başladı. Herkes memnundu bu hâlden; kağıt, kalem, uçuşan kelebekler ve tembel adam...
Günün ışımasına az bir zaman kalmıştı ki, tembel adam ayağa kalkarak elindeki kağıdı masanın üzerine düzgünce koydu, dolaptan bir bira daha çıkartıp çekyata uzandı, karşısında duran Gül resmine bakarak birasını içmeye başladı.
Gül resmi tamamlanmıştı, sahibine gitmeyi bekliyordu kağıt, ilk sahibine.
Tembel adamla birlikte 1.000 kilometre daha yol yapan gül resimli kağıt Akdenizden Şapinuva'ya uzun bir yol katetmişti. Gül üzgün, kağıt yorgundu ilgisizlikten.
Sonra; kağıt kendini daracık bir kutunun içinde buluverdi, önünde 600 kilometrelik uzun bir yol daha vardı gideceği. Yorgun kağıt 600 kilometre daha yol aldıktan sonra ilk geldiği eve geri döndü. 3.200 kilometrelik bir yalnızlıktan sonra Ablasına kavuştu kağıt. Bembeyaz kağıt, Gül olarak Ablasının yanında ebediyete kadar yaşamak üzere dünyanın başkentinde ki bir yerlerde, bir odanın duvarında yerini aldı...