30 Eylül 2012 Pazar

MERZİFON

Cumartesi sabahı erkenden kalkarak Şrf'yle Merzifon'a Ata topraklarıma gittik. Gittiğimiz süre boyunca akrabalarımdan Cevat amcalarda kaldık, onlardan sonra bahsedeceğim. İki günümüzün ilk gününü Merzifon'da geçirdik. Buradaki görseller kısa bir zamanda gezip gördüğümüz yerlere ait olup, görülecek yerlerin tamamını bir güne sığdırmak imkansızdı. 
54 bin nüfuslu ilçenin girişindeki park. 
Merzifon'un en ünlü simalarından, İkinci Viyana Kuşatması'ndan sonra idam edilen, idamından sonra Osmanlı İmparatorluğu'na vezirler yetiştirmeye devam eden Köprülülerden Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın heykeli. 
Ağaçlıklar arasında Şeyh Abdurrahman Rumi'nin ve akrabalarının bulunduğu yer.  
Şeyhin öz geçmişi. Fotoğrafın üzerine tıklarsanız okuya bilirsiniz. 
Akrabalarımın bulunduğu Merzifon Belediye Mezarlığında gözüme çarpanlardan biri de; Şehit Topçu Albay Ömer BORA Beğin mezarıydı. 
Burası da çok dikkatimi çekti. Mezarlığın içerisinde "Polis Şehitliği"  
Şehitlikte bir polisimiz, Mustafa DEMİR yatıyordu. Ruhuna Fatiha okuduktan sonra Merzifon'un son polis şehidi olmasını diledim Tanrıdan... 
İğdeli Baba türbesi. Gözlerden uzak bir yerde, kuytu bir yerde bulduk bu babayı da... Mezar taşlarının 'yeşil' olmasından dolayı erkek olduğu anlaşılıyordu. Mezar taşlarında herhangi bir şey yazmıyordu, yazı falan da yoktu. İsmi, halk arasında İğdeli Baba olarak kalmış demek ki. 

Bir tane Baba da değildi, dört mezar, dört uzun mezar vardı, sağlı sollu, çaprazlı...
Mezarların başında, mezarları güneşten koruyan ulu bir İğde ağacı vardı Babanın başında. Gelen vatandaşlarımız dilek dilemişler bez, iplik, çaput bağlamışlar. Benim pek itikadım olmamakla birlikte buraya gelipte dilekte bulunanlar oluyor demek ki.  
Kümbet Hatun Türbesi. 
Türbenin yeri gayette güzelceydi, bakımlıydı, hanım olduğundan dolayı mı? 
Burada da Kümbet Hatun'un geçmişi yazılı.

J. Arkadaşım, genelde bizim buralarda bu gibi yerlere TÜRBE deniyor. Bizlerde Türbe olarak alışıla gelmişini yazıyoruz. Gelenler de ziyaretçi oluyorlar...
Kümbet Hatun'un türbesinin tavanındaki avizeyle, işleme sanatından şimdilerde kalan güzel bir örnek.  
Merzifon Askerlik Şubesi'nin karşısındaki "İstikbal Göklerdedi" anıtı. 

Sağ baştaki Ulu Başbuğ ATATÜRK, yanında kızı Sabiha Gökçen Hanımefendiyle havacı bir Türk askerinin heykelleri resmedilmiş. 

Böyle güzel bir anıtı Merzifonumuza kazandıran 5'inci Ana Jet Üs Komutanlığına teşekkürler...  
"İstikbal Göklerdedir" Anıtının hemen yanında bulunan gerçek bir jet uçağı. 
'İstikbal Göklerdedir' Anıtının plakası. 
Merzifon Belediye Kültür Parkı. 
Çay tutkunları için semaverler semazenler gibi dizilmiş. 
Bu park yeri önceleri Merzifon Astsubay Okulu'nun bahçesiymiş, okul kapatılınca mülkiyeti belediyeye geçen alana park yapılmış.  
O zamanın okulunun su deposu şimdilerde dekor olarak kullanılmakta etrafında yüzyıllık anıt ağaçlar parkı süslemektedir. 
Belediyemizin restorasyonlarından sonra parkın görünümü. 
Bu görseli nereye, hangi araya sıkıştıracağımı bilemediğim için en sona koydum. Çorum-Merzifon arasında yol üzerinde köylülerin soğan sattığı kulübelerinden biri. Çoğumuz biliriz, bir yerlerden geçerken yol üzerinde böyle yerlere rastlarız, geçtiğimiz yörenin en ünlü ürünleri satılır yol üzerlerinde. Burada da soğan satıyorlardı...

Gezimizin devamı TAVŞANDAĞ'ı yarın yazacağım.

27 Eylül 2012 Perşembe

Yeğenler, Öz Halaları ve Ben


Bu gençler Marabam Şrf'nin yeğenleri. Marabam bunların öz halaları, yarısı yok daha. Bu kadarı bir araya gelebildi. İşte bunların TEK ENİŞTESİYİM BEN, Ağa Enişte. Marabam'da TEK HALA, 6 erkek 1 kız kardeşler.

Benim 1 yeğenim var, onu da yıllardan beri görmem...

26 Eylül 2012 Çarşamba

Gözüme Takılanlar...

 Aylardan beri yürüyüşe gitmiyordum, daha doğrusu spor yapmıyordum, bu gün başladım. Sabah tartıldığımda 96 kilo olmuşum maşallah Hüseyin beyin danaları gibi...

Gerçi boyum 1.90 olduğundan fazla kilolarımı göstermiyorum ama boy-kilo orantısına http://www.kaloricetveli.net/boy-kilo-orani-hesaplama.html buradan baktığımda standardın 9 kilo üzerinde olduğum söylendi. İdeal kilomun 87 olması gerekiyormuş. Yani 9 kilo vermem gerekiyor.

1.070 metrelik parkurda 8 tur attım, her turda çeşitli aletlerde çalıştım, epeyi de yorumdum, birazdan mutlaka hamlarım.

Bu sırada şu yukardaki bina gözüme çarptı, "Allah Allah bunu ne zaman yapmışlar buraya." dedim kendi kendime. Camları pencereleri, evin perdeleri eski Osmanlı stilini andırıyordu, yakından baktığımda trafoyu boyadıklarını anladım. Güzel olmuş ama.    
 Yürüyüş yolunun girişindeki semt pazarından ambulans sesleriyle, acı acı fren sesleri geliyordu, çok merak ettim. Sporu bitirdikten sonra pazar yerine geldiğimde bu manzarayla karşılaştım.
 Hitit Üniversitesi Araştırma Hastanesi'nin bir ambulansı, 4-5 şoförü, sağlıkçısı, hemşiresi, doktoru tam kadro şoför eğitimi veriyorlardı.
 Ambulans şoförü hızını aldıktan sonra trafik dubalarının arasına giriyor, ortadaki görevli düdüğü çalıp kronometreye basıyor, dubalara iyice yaklaşınca frene basıyor, görevli saniyeyi durdurup; "5 saniye", "10 saniye" diye bağırıyordu.
Ambulansların duruş mesafelerini, şoförlerin refleks ve direksiyon hakimiyetlerini ölçüyorlardı demek ki.

Biraz onları seyredip fotoğraf çektikten sonra kornaya basarak el salladım görevlilere onlarda bana el salladılar...

23 Eylül 2012 Pazar

Pirinç Tarlalarında Veya Ova'da...

Pirinçler ekildiğinden beri Ova'ya en fazla 10 kere gelmiştim, dünürüm Hüseyin beyse devamlı buralarda. 

Cuma günü, marabam yarım gün izin alarak atladık Ova'ya geldik. MHRMH ve Aydın'ın da Cuma günleri dersleri olmadığından onlar bizden önce gelmişler. 
Aydın'ın eniştesi, Osmancık'ta çiftliği olan Hüseyin bey çiftliğinden getirdiği oğlağı keserek derisini yüzmek üzere ağaca bağladı. 
Damadım Aydın'la eniştesi oğlağın derisini yüzüp keserken bende onlara seyrederek yardımcı oldum.
Sağda dünürüm Hüseyin beyle bacanağı Hüseyin bey, kesilen oğlağı bir oduna takarak yaktıkları ateşin karşısında devamlı çevirmek suretiyle yenecek hale getirmeye çalıştılar.  
Ateşin karşısında, iki saat kadar devamlı çevrilmek suretiyle oğlak yenecek hale getirildi. 

Marabamla birlikte 8 kişiydik Cuma günü Ova'da. Dünürüm Hüseyin ve hanımı, enişte Hüseyin bey ve hanımı, MHRMH, Aydın, Marabam ve ben.   
4 aydan fazladır Ova'da olan Hüseyin bey, Ova'yı bana emanet ederek iki günlüğüne köydeki evine gitti. Enişte Hüseyin beyler çiftliklerine, MHRMH ve Aydın Dodurga'ya gittiler akşama doğru. 
Sözüm ona bu gün biçerdöver gelerek çeltikleri toplayacaktı. Telefon ettiğimizde, bize 10 kilometre kadar uzaklıkta olan, Kızılırmak üzerindeki Kargı taraflarında olduğunu, Cumartesi günü öğleden sonra ancak bizim buraya geleceğini söyledi. 

Hüseyin bey, kesin olmamakla birlikte Ofisin (Yani Devletin) pirincin kilosunu 1.60'dan alacağını öğrenmiş. Ofis 1.60'dan alırsa, tüccar da 1.50'den alır. Ofis parayı 2-3 ay sonra verdiğinden üretici peşin para veren tüccarı tercih ediyor. Çiftçide haklı, dikimden buyana mazotu, ilacı, gübreyi hep veresiye aldı, bir an önce esnafın parasını ödemesi lazım. Bir senedir mahsulün parasını alacağım diye hep borç yedi. Gerçi elinde malı, davarı olan sattı geçimini sağladı. Bu satılanların yerine konması için acilen peşin paraya ihtiyaç var. Dünürüm bile 10 tane büyük baş hayvan satmış, onları yerine koyması lazım.

Sağ olsun kendileri, onun çabasıyla ufak bir yer aldık, dikim, ilaçlama, gübre, bakım, sulama işleriyle hep kendisi uğraştı, bizse orada, burada, denizde, piknikte gezindik durduk. Gerçi yarıya çalıştı ama ne de olsa gene utanarak gidiyorum Ova'ya.       
Hüseyin bey Ova'ya inerken köyde ne kadar canlısı varsa buraya getirmiş, ineğini, köpeğini, eşeğini, tavuğunu hatta ufacık kedisini bile. Köyde kim bakacak bu canlılara? 

Öndeki kulübe büyük hayvanların barınağı, onlar sabah erkenden kalkarak yayılmaya gidiyorlar. Benim yapacağım iş, su yalaklarına tankerden su doldurmak, akşam hayvanlar gelince kapılarını kapatmak. 

Arkadaki kulübe ise bizim kaldığımız yer.  
Burası annelerini bekleyen yavruların yerleri. Bunlara da suyunu veriyorum. Yiyecek derdi yok bunların, akşam anneleri gelince annelerini emecekler.  
Yavruların keyfi yerinde, yenge, annelerinden kendilerine yetecek kadar süt alıyor, kalan sütlerin tamamı yavrulara. 
Marabam işlerini bitirdikten sonra soluklanıyor. 
Kaldığımız yer...
Burası da malzeme deposu, kurutulan pirinçlerin, çuvallandığı, dağıtıldığı yer. 
Köpek gelince kedi ağaca kaçtı, kedi yavru olduğu için köpekle pek anlaşamıyor, gerçi köpek bir şey demiyor ona ama, o gene de kaçıyor. 
Ova'yı dolanıp, çeltik tarlalarını kontrol ettikten sonra yoruldum, biraz dinlenirken. 
Biberler kışın kullanılmak üzere kurutulmuş. 
Köpek gelince kedi ağaca çıktı. "Gel pisi pisi, korkma." dedikse de bizi dinlemedi ağaca çıktı. 

Arka planda Samsun-İstanbul karayolunun hemen kenarından akan Kızılırmak ile, çeltik tarlaları görülmekte. 
Epey bir müddet, köpeğin uyumasını bekledi ağacın üzerinde. Baktım daha inmeye niyeti yok, aldım ağaçtan indirdim aşağıya.  
Kaldığımız yer. Ufacık odanın içinde ocağı bile var. Lüks evlerde buna şömine deniyor, burada alaturka olarak ocak diyoruz biz. 
Rafımız, tabak-çanak, kaşık-çatal, bardak gibi şeylerin bulunduğu yer. Burada elektrik olmadığı için üst rafta görülen piknik tüpünü lüküs'ü elektrik olarak kullanıyoruz. "Lüküs" diyorlar adına burada. 
Burasıda yattığımız yatak. Karyola, somya, ne bileyim öyle bir şey. Yatak yünden yapılmış, şimdikiler gibi vücut şekline göre yapılanlardan olmasa da gayet rahat, kötü bir tarafı varsa yatağa ayaklarım sığmıyor, iki gece boyunca zar-zor uyumaya çalıştım.

İlk gün, fuzuli ve gereksiz 300'den fazla resim çekince Senjamin'in bataryasını bitirdim. Ova'da elektrik olmadığını da düşünemedim, zaten evden aceleyle çıkarken şarj aletini de almamışım arabaya. Ne görüntüler kaçırdım bilemezsiniz, Ova'da, çam ormanlarının arasındaki kulübenin etrafında gezen domuzlardan, sincaplardan. Hayvanların peşinde dolanan kurt ve çakal görüntülerini hep kaçırdım.

Tabancam ve tüfeğim olduğu halde, ormanda kaldığım süre içerisinde korkmadım da değil yani. Yanımda marabam olmasa korkmazdım da, onun başına bir şey gelir diye korktum hep.

Bu sırada Cumartesi günü Samsunlu biçerdöverci geldi. Pazar öğlene kadar bütün mahsul toplandı. Traktörle çeltikler kulübelerin önüne getirilip yazgılara serildi, kurutulmaya bırakıldı. İçine hayvanların girmemesi için etraflarına dallar kesilip çevrildi. Kesilen dalların sayesinde çam ağaçları da rahatlatıldı, daha da uzaması, büyümesi için onlara da yardım edilmiş oldu. Lakin bütün bu görüntüler kaçırılmış oldu. Aynı görüntüleri yakalamak için 1 sene beklemek gerekecek :(