31 Ağustos 2011 Çarşamba

Bu Yaz Köyde Okuduğum Kitaplar...

Bu yaz köyde okuduğum kitaplar görülmektedir. Siyasal görüşte hiç bir kitap okumamaya gayret ettiğim halde Necip HABLEMİTOĞLU'nun 'KÖSTEBEK' kitabını okumamazlık yapmadım.

Hablemitoğlu gibi değerli bir Türk Tarihçisi ve aydınımızın; Ergenekon sanıklarından Mafya çamuruna batmış (büyük ihtimalle) Veli KÜÇÜK'ün talimatıyla öldürüldüğünü de lanetle hatırlamış oldum...

Kitapları köye gitmeden önce Kitapyurdu'ndan getirtmiştim. Kitaplar Çorum'da da vardı, hem de ucuza, almadım. Kitapyurdu'ndan getirtmemdeki amaç; 'Korsan'a para vermemek istememdendi. Kemal TAHİR'in Çorum Cezaevi'nde sürgünde bulunduğu sıralarda kaleme aldığı, o zamanın gözüyle Çorum ve Çorumlu'yu anlatan kitaplarını bir solukta okudum. Tüm hemşehrilerime tavsiye ederim.
Kitapları getirtirken ilk ve en önemli, serinin birinci kitabını getirtmeyi aklıma getirmemiştim. Daha doğrusu kitapları okuduktan sonra serinin ilk kitabının 'Köyün Kamburu' olduğunu anlayınca mecburen Datça'da, yazlıkçı sergicilerin açmış olduğu pazardan aldım, hem de korsan. Korsan alırsan olacağı budur zaten 2-3 sayfası boş çıktı...

Kitapları okuduktan sonra araştırdığımda; Çorum'da adı geçen 'NARLICA' köyü diye bir köy olmadığını gördüm. Daha derine indiğimde Narlıca Köyü'nün adının değişip şimdiki NARLI köyü olduğunu tespit ettim. En kısa zamanda Narlı Köyü'ne giderek romanın kahramanlarını araştıracağım. Gerçi kimseleri bulamasam da mezarlarını bulacağımı umuyorum. Mezar taşlarının bir kısmının büyük ihtimalle Osmanlıca kitabeler olması lazım... Bu konuyla ilgili ileride bir yazı yazmayı düşünüyorum.
Köydeki kitaplığımın dizaynını kendim tasarlayıp Çorum'da yaptırıp evden eve taşımacılarla köye getirtmiştim. Kitaplığımın tam bir görüntüsünün resmini çekmedim; rafları gereksiz malzemelerle dolu olduğundan, ayıklanması da zaman alacağından yalnızca kitapların bulunduğu rafın görüntüsünü sizlerle paylaşmak zorunda kaldım.

27 Ağustos 2011 Cumartesi

Köyümde Bilgisayar Başında...

Teknoloji güzel bir şeymiş. Bizim zamanımızda böyle şeyler mi vardı?

Dünya parmaklarımın ucundaydı köyümde, dağların başında...

Yazacak fazla bir şey yok.

25 Ağustos 2011 Perşembe

Nane, Kekik, Defne Yaprağı Kurusu.

Bu sene köyde hiç boş durmadım; bahçede işim bittiği, denizden geldiğim, kitaplarımı okuduğum zamanlar boş vakitlerimi dağlara çıkarak değerlendirdim.

Dağlarda çeşit çeşit bitkiler olduğu halde bunlardan en çok kekikle defne yaprağını sevdiğim için bol bol kekik ve defne yaprağı topladım.

Defne yapraklarını önce çalılarından, dallarını baltayla keserek, ağacına zarar vermeden toplayıp arabanın arkasına attım, daha sonra eve gelince yaprakları dallarından kopartarak gölgede güneş göstertmeden, kuruttum. Gerçi ben bu gibi kurutulacak şeyleri hep gölgede kurutuyorum ki, kurutulanlar yeşil kalsın, yeşil rengini atmasın diye.

Bir kaç senedir arabasız olduğum için fazla uzaklara açılamıyordum, bu sene arabalı olduğum için her yere gittim, Yarımada'da gitmek isteyip de gidemediğim her yere gittim.
Kekikler zaten kendiliğinde kurumuştu, tozunu toprağını aldıktan sonra gölgede 1-2 gün de kendim kurutarak cam kavanozlara doldurdum.

Bahçeme girildiği zaman sanki bir aktar dükkanına girmişçesine mentollü bir kokuyla karşılaşıyordum.
Naneler suyu çok seviyorlar, suyu verince öyle bir canlanıyorlar ki; her gün topla. Bu gün topladığım yeri ertesi gün gene topluyordum. Naneler tam çiçeğe kaçmadan, yaprakları büyük büyükken toplayıp, tel bir eleğin içerisinde peyder pey kuruttum.

23 Ağustos 2011 Salı

İsmail KOCA (Rodoslu İsmail)

İsmail KOCA; İsmail abiye buralarda Rodoslu İsmail'de derler. Ana tarafından Datça Mesudiyelidir. Annesi Rodoslu bir Türk'le evlenip Rodos Adası'na yerleşmiş.

İsmail abi, öğrenimini Rodos'daki köyünde yapmış. Şimdilerde 68 yaşında olan Rodoslu; Kıbrıs Barış Harekâtı'ndan önceleri adadan kaçarak İstanbul'a gelmiş. İstanbul'da Türk vatandaşlığına geçmiş. Nüfuz cüzdanında nüfusa kayıtlı olduğu yer hanesinde: EMİNÖNÜ yazmaktadır. O zamanlar Yurda girenleri vatandaşlığa geçirme olayı Emniyet Müdürlüğünün Eminönü'ndeki Yabancılar Şubesi'nin göreviymiş.

İsmail Abi, vatandaşlığa geçtikten kısa bir süre sonra askerliğini yapmak üzere Yozgat'a yollanmış. Yozgat'ta askerliğini yaptıktan anasının köyü ve akrabalarının yanı Datça Mesudiye'ye gelmiş.

İsmail abinin on parmağında on marifet vardır. Rodos'da bulunduğu sıralarda bile Yurt dışına çıkar oralarda çalışırmış. Memleketine döndükten sonra da yurt dışında çeşitli ülkelerde her konu üzerine çalışmış.

Türkçe dışında, Yunanca, İngilizce ve İspanyolca dillerini de mükemmelen konuşur.
İsmail abinin, Datça İskele Mahallesinde Rodos'a nazır evi bulunmasına karşılık Köyümüzdeki, a'dan z'ye kendi elleriyle yaptığı evini daha çok sevmekte, sabahleyin uyanır uyanmaz buraya gelmektedir. Çoğu konuşmasının arasında: "Ben burada, bu evde huzur buluyorum." der.
Evinin yürüyüş yolu üzerinden görüntüsü. Eve köyden bir kilometre kadar ormanın içerisindedir.
Evinin girişi; karşıda yine kendisinin yapmış olduğu fırını ve motorsikleti...
Rodoslunun kapı numarası bile var. Binası ruhsatlı.
Evinin önünden bakıldığında görülen manzara bu şekilde. Karşı ki tepelerin hemen altından Datça-Knidos yolu geçmektedir. Bahçesinin ortasındaki kuyuyu görüyorsunuz. Bu da kepçe ile açılıp beton dökülerek yapılmış kuyu. Bu kuyunun betonunu Rahmetli Arif Amcayla atmış Rodoslu.
Burası da İsmail abinin bahçesinin görüntüsü. İsmail abi hiç boş durmaz, sağ tarafta ot yığınları gibi duran öbek, ekip hasat ettiği nohutların sap kalıntılarıdır.
İsmail abi, Rodos'tan döneli uzun yıllar olmasına rağmen Adadaki Türk tanıdıkları onu hiç yalnız bırakmazlar. Bu sıralar adadan (Rodos) gidip gelmek kolay olduğundan dolayı misafiri hiç eksilmez.

Geçenlerde gene Misafirleri vardı Rodos'tan. Sağdaki Mehmet beyle soldaki Celal bey. İsmail abi misafirleriyle sohbet ederlerken aklına Muhammet abiyle ben gelince bizi de çağırdı muhabbete. Saatler de epeyce ilerlemiş olmasına rağmen İsmail abiyi kırmayıp gittim.
Muhabbet sırasında aklıma takılan bir konuyu sorduğumda İsmail abi anlattı: "O zamanlar Kıbrıs Harekâtı daha olmamıştı, Kıbrıs'da Türklerle Rumların arası iyice açılınca Rodos'da biz yalnız kalmıştık, kaçan kaçtı kaçmayan köylerinde kaldı, hepimiz sabahlara kadar nöbet beklerdik; Rumların silahları vardı, bizde silah namına hiç bir şey yoktu. Sonra Türkiye'den Rahmetli Türkeş bize silah gönderdi, biz sizleri unutmadık, ülkemiz zor durumda, bir şey olduğunda bu silahlarla kendinizi koruyun, daima sizinleyiz. Diyerek bize destek oldu Anavatan..." diye kısaca yanıtladı sorumu İsmail abi.
Muhabbet esnasında Rodoslu ara sıra karını açarak ameliyat yerlerini gösteriyor, karnında plastik olduğunu söylemeyi ihmal etmiyordu. Her türlü ameliyatı geçirmiş sağ olsun...
Celal bey, şimdilerde Rodos'da hatırı sayılır büyüklükte ziraatle uğraşıyormuş.
Bacanağı Mehmet bey ise balıkçılık yapıyormuş. Anlattıklarına göre oranın balıkçılığı bizim balıkçılıklara benzemiyormuş. Daha bilinçli ve daha karlıymış.
İsmail abi, burada kendi yaptığı evinde Muhammet abiyle beni konuk etti. Yalnızlıktan çok sıkılan Rodoslu yanına arkadaş arıyor. Sağ olsun gittiğimizde her türlü ikramda bulunur. Rodos'tan gelenlerin hediye olarak getirdiği viski, rakı, şarap, bira ne varsa içirir.
Köyümüzdeki en samimi arkadaşı Muhammet abidir. Muhammet abi, ne zaman işi düşse Rodoslu'yu arar: "İsmail, bahçedeyim kuyuyu çalıştıracağım mazot al gel, İsmail yüküm ağır motoru kap gel..."
Sağ olsun İsmail ağabey, Rodoslu gerçekten candan bir arkadaş. "Oğlumun nikahına mutlaka bekliyorum, bizzat..." der. Mutlaka gideceğim 3 yıllık dostum İsmail KOCA'nın oğlunun nikahına.

22 Ağustos 2011 Pazartesi

"256" Numaralı Kapı Numara Levhası...

Köyümüze Muğla merkezden gönderilen kapı numaralarını muhtarımız yanına da azalarını alarak Mart ayından itibaren kapılara çakmaya başlamıştı.

Bir kaç kere muhtara söylediğim halde: "Sana numara sökmez." diyerek çakmamıştı.

En sonunda muhtarlığa giderek kapı numarasıyla, numara levhasının beton duvara tutturulması için gereken beton çivilerini alarak kendim çakmaya karar verdim.
Her zaman iptidai işlerle iştigal ettiğimiz için ve de olur olmaz maddelerin istatistiklerini tutarak enflasyonu ölçtüğümüz gibi muhtarım da bazı kısıtlamalara giderek, levhanın dört bir yanına birer çividen 4 çivi çakmamız gerekirken bana tasarrufa giderek 2 adet beton çivisi vermişti.

Çivinin birincisini muntazaman çaktıktan sonra ikincisinin tam yerine oturması gerekirken son darbeyi sert vurmamdan dolayı beton çivisinin kafası kopuverdi...

Resimde de görüldüğü gibi, ufak da olsa benim için çok önemli olan (ayrıntı ve detaylara çok önem veririm) kapı numarası boynu bükük bir şekilde duvarda sallanmaya başlamıştı.

Ara sıra kapı numarasına gidip baktığımda rüzgarın şiddetine göre kıpırdanmakta olan kapı numarası canımı sıkmaya başlamıştı. Üstüne üstlük yoğun bir karınca trafiği kapı numarasının civarlarında seyretmekteydi. Ben ki; buraların ağasına böyle bir görüntünün yakışmadığına karar verdim.
Erinmeyip muhtara giderek 3 adet daha beton çivisi alıp geldim. Keseri ne kadar dikkatli vursam da kapı numarasın zedelenmesine engel olamadım. Bir çiviye bir levhaya vurdum galiba.

Sonradan, levhanın çakılacağı yerin kapının üst pervazı olması gerektiğini düşündüm, ben 'Kapı Numarasını' neden duvara çakmıştım?

20 Ağustos 2011 Cumartesi

Köyüm; HIZIRŞAH

Köyümün 2011 yılı Ağustos ayı görüntüleri görünmektedir. Burası köyümüzün ana caddesi. Fotoğraftakiler: Muhammet Amca, Mehmet PULLU, bakkal Mehmet'in babası, Bakkal Mehmet'in dükkanının önü.

Önceleri köyümüzün İlkokulu olan, şimdilerde basketbol, voleybol sahası ve düğün alanı olarak kullanılan bahçesi. Dikkatlice bakıldığında ortada, karo taşlarıyla döşenmiş zeminde HIZIRŞAH KÖYÜ yazısı okunmaktadır.
İlkokulun kapanmasından sonra bir müddet atıl kalan bina şimdilerde köyümüz hanımlarına İpek Dokuma Atölyesi olarak hizmet vermektedir. Köyümüz ipek böcekçiliğine 2009 yılında başlamış hayret verici bir hızla yükselişe geçmiştir.
Köyüm buram buram tarih kokmaktadır, açık hava müzesini andıran köyümün okulunun bahçesinde Knidoslular zamanından kalma sütunlar.


Kadıncık Sanatevi'nin dışarıdan görüntüsü.
Köy kahvesi, muhtarlık, berber salonu, muhtarlık misafirhanesi ve camii. Köy kahvesi binası köyümüzün tam ortasında bulunmaktadır. Yerlerdeki parke taşları köyümün tüm sokaklarını kaplamaktadır.
Köyümüzden Eski Kale'nin görüntüsü. Kale olarak hiç bir şey gözükmese de İ.Ö. yarımadaya hakim bir yerde kurulmuş, stratejik değeri çok yüksek bir kale.
Süleyman CENNET'in restorasyon yaptırdığı, çağla, badem, bal, harnup ve zeytin yağı almış olduğu dükkanının giriş kapısı.

Köyüm 350 hane, 650 nüfusa sahip olduğu için diğer mahallelere girip fotoğraflarını çekemedim. Şimdilik bu kadar görüntü yeterli zannedersem:)

19 Ağustos 2011 Cuma

Tekila Şişesi

Dün, kaktüsle ilgili bir yazı yazmıştım. Sağ olsun CERENMUS, ağacın bütün özelliklerini yazmış. Ben de internetten araştırdığımda CERENMUS'un dediği gibi "ALOE VERA" bitkisinden yalnızca Meksika'da TEKİLA üretiliyormuş.

Şimdi de geçen sene usta ve işçiler bahçenin duvarını yaparken buldukları şişeden bahsedeceğim.

Şişenin üzerinde ASTEK'lerden kalma figürler, desenler bulunmaktadır.
Şişenin altında ise; "HECHO-EN MEXICO" ibaredi bulunmakta. Madein Mexico, yani Meksika Malı. Tam ortanın solunda ve sağında. '3' ve '5' rakamları bulunmakla 1935 yılında yapıldığı, imal edildiği anlaşılmaktadır.

Yıktırıp yeni yaptırdığım duvarın yerinde tek sıra taşlarla yapılmış kuru bir duvar bulunmaktaydı. Duvar ormandan görünmez hale gelmişti. Öyle ki; koskocaman bir incir ağacıyla Tespih ağacı dahi çıkmıştı eski duvarın içinde. Şişe oraya duvar taşı olarak konulmuştu, sağ olsun kim koyduysa, define gibi bir şey meydana çıktı yıllar sonra.

Şişenin çıktığı, bulunduğu gün ben de işçilerle birlikte duvarda çalışmaktaydım. Hemen şişeyi aldım, şişe diyorum, şişe demeye bin şahit lazımdı. içerisine 76 yıldır giren yağmur suları, toz toprak, şişe taş görüntüsündeydi. Onu deterjanlarla yıkadım, içerisinde biriken çam ağacı çöplerini çıkarttım. Halbuki etrafta çam ağacı falan da yok. Demek ki 76 sene önce buralarda çam ağaçları varmış.

Araştırdığımda; badem yetiştiriciliği köye gelmeden önce tütüncülüğe başlamış köylüm, o sıralar çam ağaçlarını, palamut ağaçlarını tütün dikmek için yer açmak amacıyla kesmişler. Şişe Meksika şişesi olduğuna göre içerisinde mutlaka TEKİLA vardı. Çam ve palamut ağaçlarını sökerken yorulmuş olacak ki köylülerim, bu Tekila'yı içtikten sonra duvarın kovuğuna taş niyetine sokuşturmuşlar şişeyi.
Şişedeki Tekila'yı kim içtiyse, ölmüşlerinin canına değsin çok iyi etmiş. Ve hatta şişeyi kırmayıp duvara taş niyetine koyan köylümden de Allah razı olsun. Olsun ki bir tarihi evimin bir köşesinde ölümsüzleştirdiği için.

18 Ağustos 2011 Perşembe

Bu Nasıl Kaktüs Ağacı?

Bu kaktüs ağacını yıllardan beri evime giderken gelirken görürüm. Bahçenin sahibi de Mehmet Ali isminde bir köylüm galiba. Hep kendi kendime sorardım: 'Acaba bu adam bu kaktüsleri neden kesmiyor, bahçeyi kaplamışlar, bahçe orman gibi olmuş.' der dururdum.

Geçenlerde, 10 gün kadar evvel, bir de ne göreyim kaktüs ağacının içinden kalın kalın dallar çıkmış, dallar çiçek açmış. Yalan yok kaktüsün içinden çıkan dallar neredeyse 10 metreyi bulacak.
İnanın ağacın tamamını fotoğraf makinemin görüş alanına sığdıramadım, ne kadar büyük olduğuna siz karar verin. Ayrıca; kaktüsün gövdesinden çıkan dalların her bir çiçek öbeğinde ufak ufak çiçekler açmaya başladılar, aynı muz meyvesi gibi bir şey. Arıların çok hoşuna gitti ki, bu kaktüsün başından ayrılmıyorlar.

Ben Türkiye'de ilk defa böyle bir kaktüs ağacı çiçeği görüyorum.

Bir belgesel kanalında izlemiştim; Çin'de bir bambu çeşidi varmış, 45 senede bir çiçek açıp meyve veriyormuş. O sene de ortalığı fareler kaplıyormuş. Meğerse, bambunun köklerinde patates gibi yumrular oluyormuş o yumrular da bölgedeki farelerin gereğinden fazla üremelerine besin bakımından neden oluyormuş.

Belki, kaktüslerden anlayanların ilgisini çekmez ama benim çok ilgimi çekti. Kıbrıs'ta askerde bulunduğum bir buçuk sene zarfında bu kaktüs çeşidinden olmasına karşılık; ne çiçek açmış ne meyve vermişti, o bakımdan çok acayibime gitti bu kaktüs ağacı, böyle bir şeye ilk defa tanıklık ediyorum...

17 Ağustos 2011 Çarşamba

Mehmet PULLU (MEMETÇE)

Mehmet PULLU; köyde genelde MEMETÇE derler kendilerine. Kurtuluş Savaşı sıralarında Amcaları Muğla Kuvay-i Milliye'sinde görev yapmış, bir amca oğlu da Kore Gazisi olup halen Datça-Marmaris yolu üzerinde eşiyle birlikte bakkal dükkanı işletmektedir.

Mehmet Amca, rahmetli Arif Amcamın yakın ahbabıydı, Arif Amca ölünce tek kaldı, tek takılmaya başlamıştı.

Köyün girişinde Hızırşah Camii'nin karşısında 2 dönüm kadar bahçesi olan Mehmet Amcanın gelir kaynağı orasıdır. Her sene yeteri kadar sebzesini eker, diker, çalışır. Eşi ise, pazar günleri Datça pazarında elişi örme, dantel, oya gibi şeyler satarak eve katkıda bulunur.

Sağ olsun Mehmet Amca, benim ev yapılırken Arif Amca ile çok yardım ettiler. İnşaatta kullanılmak üzere en az 20-25 traktör taş topladılar tarlalardan. 15 gün boyunca Mehmet ile Arif Amcaların görevi taş toplayıp inşaata getirmekti.

Hatta, evin kapısının girişinde bulunan; çok eskilerden kalma, İ.Ö. ki devirlerde yaşamış insanların yaptığı ve kullandığı bir taş dibek bulmuş taş toplarken, onu getirdi bana: "Bunu duvar yapılınca babanın üzerine koy, süs olarak dursun." demişti. Aynen de yaptım. Memetçe'nin getirdiği antik değeri yüksek taş dibeği kapının girişine koydum. Gelen geçenin dikkatini çekiyor.
Geçenlerde Muhammet Efe'yle köyde otururken Mehmet Amca geldi. "Kalk Mehmet Amca, kalk Muhammet Efe, senin Somacık'taki bahçeye gidelim armut varsa toplayalım." dedim.

Zaten bahçe işlerinden yorgun olan Muhammet Abi, Memetçe'ye şarap, bize de bira alarak yola çıktık.

Somacık'ta bulunan, 50 sene önce Mehmet Amca ve rahmetli arkadaşlarının yaptıkları çeşmenin önünde durduk. Resmin üzerine tıklarsanız çeşmenin duvarına yapanların isimlerinin baş harflerinin yazıldığını ve bazı notları okuyabilirsiniz. O sıralar Datça-Knidos asfalt yolu yokmuş, eşekler ve kervanlar bu çeşmenin önünden geçerek Datça ve Marmaris'e gidermiş. Bu çeşmeyi de Mehmet Amcalar hayırlarına yapmışlar, gelip geçen yolcular su içsinler diye.

Çeşme şimdilerde sapada kaldığı için ormanların içinde görünmüyor bile; ama gene hayır işlevini sürdürüyor, arılar, börtü böcekler su içiyor 50 sene önce yapılan çeşmeden.
Muhammet Abi, bahardan bu yana Somacık'daki bahçesine gelememiş, işlerinin yoğunluğundan dolayı. Somacık'daki zeytinliğini, mahsul durumunu görmek için geldi. Zeytinliğin içerisinde de 2 adet armut ağacı var Muhammet Abinin.

Kim köyden 5 kilometre mesafedeki Somacığa gelecek de armut toplayacak? Buralardaki ağaçları genelde kurda kuşa yem olarak bırakır köylüm. "Onların nasibidir." der.

Fotoğrafta Mehmet Amca şarabın yanına meze yapmak için armut toplarken.
Somacık'tan geldikten sonra Memetçe'yi köy kahvesinin yanına bırakmıştık. Memetçe; oradan bir şarap daha alarak bahçesine çapa yapmaya gitmiş.

İşte olanlar o zaman olmuş. Artık çapa mı yapıyormuş, yoksa dinlenmek için bahçesinde bulunan eski, viran evin içine yatmaya mı gitmiş ne yapmış, kalmış orada. Bazı köylüm, yıkık evde kaldığından dolayı çarpılmıştır demekte, bazısı tansiyonu çıkmış kalmış öyle demekte, kimisi de felç olmuş demekteydi.

Mehmet Amcanın eşi, Memetçe'nin eve gelmediğini görünce bahçeye gitmiş. Ne görsün Memetçe bahçede yatıyor. Hemen hastaneye haber vermişler, gelen sağlıkçılar ilk müdahaleyi yaptıktan sonra Mehmet Amcayı Marmaris'e sevk etmişler.

Mehmet Amcayı 10 gün kadar sonra damadı Marmaris'den taburcu edilince evine getirmiş. Köye geldiğini duyar duymaz hemen Mehmet Amcanın yanına koştum, geçmiş olsuna gittim.

Anlatmaya başladı; Marmaris'de doktorların kendisiyle nasıl ilgilendiğini, doktorların ve hemşirelerin kendisini ne kadar çok sevdiğini, kollarından tutarak fizik tedavi yaptırdıklarını, az daha geç kalsaymış öleceğini falan ballandıra ballandıra anlattı.
Ben ağlamaklı olmamla, Memetçe'nin anlattıklarının hiç birini dinleyemedim, benim aklım fikrim hep eski günlerdeydi, Arif Amcamla ve Memetçeyle oturduğumuz, sohbet ettiğimiz günlerdeydi.

Amman Memetçe, kendine iyi bak bize acı yaşatma! Bıktım artık acılar yaşamaktan. Seni çok seviyorummmmmm...

15 Ağustos 2011 Pazartesi

KAPARİ

Geçenlerde Muhammet Abi ve Rodoslu İsmail'le Pirenlik mevkiine hem Muhammet Abinin bademleri ile zeytinlerine bakmaya hem de bulabilirsek dikilecek şekilde kapari bakmaya gitmiştik.

Kapariler tam olgunlaşmışlar çiçek açmak üzereydiler. 2 kilo kadar turşuluk topladım, toplarken de bahçeme dikilecek büyüklükte genç kapari fidanlarına baktım.
İki tane fidan buldum, havanın sıcak olmasından dolayı fidanları hemen orada budayarak ağacın suyunu dallardan ana gövdeye çekmesini sağladık.
Getirip, önceden bahçemde hazırladığım çukurlara diktim. Lakin Kapari fidelerini ana kökünden çıkarta bilmiştik, diğer yan köklerle beraber çıkartılmadığı için bu diktiğim fidanların tutması garanti olmayacağından;
Hemen kapari tohumları sipariş ettim. Bir günde geldiler ama bunlarında çimlendirilmesi o kadar zormuş ki. Kısaca size şöyle anlatayım:

"Bir kavanozun çeyreğini ılık su ile doldurun (41-45 C)
İçine tohumu koyun ve 12 saat ıslatın. Bu işlemde su ısısının 45-50 C de kalması gerekmektedir, su oda ısısına gelebilir.
Suyu boşaltın, tohumu nemli havluya sarın ve plastik poşete koyup 65-70 gün buzdolabında bekletin.
Tohumu buzdolabından çıkarın ve 2.maddedeki işlemi tekrarlayın. Bu sefer buzdolabı işlemini yapmayın.
Tohumları ¼ inç ile ½ inç derinlikte %50 toprak - %25 perlit ve %25 kum karışımı ile hazırlanmış fideliğe dikin.(yöreye göre ocak-şubat-mart-nisan ayları daha uygundur)
Fidelik güneş gören bir yerde ve örtü altında olmalıdır. Sıcaklık 21-30 C civarında uygundur.Sık sık sulanması gerekir.
Toprağın yüzeyini kurutmayın daima nemli olmasını sağlayın.
3-4 hafta içinde çimlenme başlar. Tüm tohumlar aynı ayda çimlenmez bu süreç 2-3 ay sürer.
Fideler en erken ekim-kasım aylarında dikime hazır hale gelir.
Tarlaya fidan dikimi yöre şartlarına göre ekim-kasım-aralık veya şubat-mart-nisan aylarında yapılır."

Bakalım kaparileri tohumdan yetiştirebilecek miyim? İşte Böyle...