28 Mayıs 2011 Cumartesi

Terzi Elvan (Elvan BALAMAN)

Elvan BALAMAN; nam-ı diğer Terzi Elvan ile askere gitmeden önce tanışmıştım. Bize ağabeylik yapardı o dönemler.

Erkek terzisi olarak işe başlamıştı. O zamanın terzilerinin yanında çalışıp kendine dükkan açmak kolay bir şey değildi. Kendine ait bir dükkan açabilmek için ustalarından icazet almak gerekirdi. Nitekim Terzi Elvan genç yaşında dükkanını açtı.

Tekstil ve hazır giyimin yaygınlaşmasıyla bir bocalama dönemi yaşadıkları vakit, dükkanı kapatarak Arabistan'a gitti Terzi Elvan. Uzun yıllar Arabistan'da kalan Terzi Elvan Arabistan'dan "Bayan terzisi" olarak döndü. Tekrar Çorum'da dükkan açarak işlerinin başına geçti, yanında elemanlar çalıştırmaya başladı.

Hiç unutamadığım bir hatırası vardır Terzi Elvan'ın. Sanatçıların çıktığı bir gazinoya takıldığı zamanlar güzel bir okuyucuya jest yapmak için o gece ön masalardan birisine oturdu, sevdiği ve beğendiği bayan okuyucu o gece masasından ayırmadı, devamlı isteklerde bulundu. Bayan okuyucu parçalarını söylerken Terzi Elvan'ın gözü bayandan hiç ayrılmadı, bayanı o kadar çok inceledi ki; kilosunu gramına kadar, boyunu santimine kadar hafızasına kazıdı.

Ertesi akşam Terzi Elvan elinde hediyelik, fiyonklarla bağlanmış bir paketle aynı gazinoya gidip arka masalardan birine oturdu, rakısını, mezelerini söyledikten sonra sevdiği okuyucuya garsonlarla paketi yolladı. Sanatçı kadın sahneye çıktığında yer yerinden oynadı... Sanatçı kadının giydiği kostüm o kadar şık ve göz alıcıydı ki, Arap prensesleri gibiydi, burada anlatmam imkansız bir kostüm giymişti.

Meğerse önceki akşam gazino kapanınca Terzi Elvan o bulutlu kafayla dükkana gitmiş, tepeden tırnağa incelediği bayan sanatçıya bir sahne kostümü dikmeye karar vermiş ve ertesi günün akşamına yetiştirmişti. Terzi Elvan bu derece sanatkar ve ince görüşlü bir insandır.
2008 yılında Çorum Terziler Odası Başkanlığına soyundu Terzi Elvan; amacı ise "Konuşmaktı" haksızlıklar karşısında susmamak, hükümetin, belediyenin, kamu kuruluşlarının yanlışlarını bağırmaktı... Hep derdi ki: "Gökhanım, bu ülkede konuşmak için mutlaka bir baş olmalısın." derdi.

Oğlu Erdal, küçük yaşlardan beri kuyumcuların yanında yetişmiş, sanatının inceliklerini öğrenmiş, Çorum'daki gümüş ve altın tasarımcılarının başında gelmektedir. Oylamadan sonra: "Baba gel başımda bulun, dükkanların başında sen dur." demesi üzerine Terzi Elvan oğluyla birlikte Kuyumcular çarşısında esnaflığa devam etmektedir. Elvan abi, bu yeni işini çok sevmiş olacak ki, dükkanları büyütüp Çorum'un saat üzerine satış yapan en büyük saatçi dükkanını açtı. Dünya piyasalarıyla aynı anda en marka saatleri bulmak mümkün, dükkanında.
Saatçi dükkanının yanında ise oğlu Erdal, altın gümüş tasarımı yaptığı dükkanında bulunmaktadır.
Elvan abi, geçenlerde bir bağ evi almış. Ufaktan başlamış işe. Önce kamelya şeklinde yaptığı yeri barakaya çevirmiş, sonra barakanın zeminine beton dökmüş. "Yavaş, yavaş bir şeyler yapacağım" demektedir. Terzi Elvan.
Terzi Elvan, geçenlerde bir iki fide almış, beni aradı. "Gel, şunları bağa dikelim." dedi. Gittik, patlıcan, biber, domates fidelerini diktik.
Terzi Elvan'ın barakasının görüntüsü.
Terzi Elvan'ın bağının içerisinde bulunan yüksek gerilim hattı.
Terzi Elvan'ın bağından karşıya bakıldığında görülen manzara...

Balıklı Dede Türbesi

"Balıklı Dede Türbesi" Çorum'un köylerinden Çukurören Köyü sınırları içerisinde yer almaktadır.
Türbe, 12 sene önce Almanya'da ki gurbetçilerimizden Cevale Hanım tarafından mermer döşetilerek bu günkü şeklini almıştır.

Daha önceleri, taş ve horasan kumu karışımıyla yapılan eski bir mezar görünümündeymiş. Mermer döşetilirken, mezar taşına dokunulmadığı için halen eski orijinal görüntüsü bozulmamış sayılır.
Türbe, köye biraz uzakça olduğundan sapada kalmaktadır.

Balıklı Dede'nin türbesinde bulunduğum sırada Çukurörenli Ali ADIGÜZEL ağabey Hızır gibi yetişti.

Ali ağabey de o sırada hem bahçesini sulayıp hem de ceviz fidelerini aşılarken bizi buldu. 70 yaşındaki Ali ağabeye türbenin geçmişini sorduğumda; pek aydınlatıcı bilgiler veremedi. Kendisi de pek fazla bilgiye sahip olmamakla köyde de Balıklı Dede hakkında bilgi alınacak kişinin bulunmadığını söyledi.

Ali ağabeyde eski Almancılardanmış. O da çok araştırma yapmış ama bir türlü türbenin gerçek hikayesini bulamamış.

1999 yılında türbeyi mermerle döşeten Cevale Hanımın adını o verdi zaten.
Ali ağabeyin söylediğine göre, türbe 1920 yıllarında da mevcutmuş. Türbeye genellikle çocukları olmayan hanımlar gelir, ziyaret ederlermiş. Bir de türbenin hemen yanındaki çayın kenarında kendiliğinden bitmiş incir ağaçlarının sütünün vücuttaki yaralara merhem olduğunu söyledi.

Fotoğrafda ise türbenin yanındaki çayın kaynağının resmi görülmektedir. Çayda ise, ufak ufak siyah renkli balıklar bulunmaktadır. Köy ve bölge halkı tarafından Balıklı Dede'ye ait olduğu sanılan bu balıklara sevgiyle yaklaşılmaktadır...
Balıklı Dede'yi ziyarete gelenler, genelde kalabalık guruplar halinde geldikleri ve yeşillik alanda bütün gün piknik yaptıkları için Çukurören köylüleri tarafından, hayır amaçlı bir de ev yapılmış. Evin içerisinde tabak, çanak, masa, sandalyeden tutun da piknik için gerekli olan tüm malzemeler mevcuttur. İşini gören piknikçiler kullandıkları malzemeleri gidecekleri zaman tekrar yerli yerine koyarak, oturdukları bölgeyi temizleyerek giderlermiş.
Türbeyi ziyarete gelenlerin oturdukları çayırlık alanın görüntüsü, hemen yanından akan çayın şırıltısı Türbeye güzel bir görüntü vermektedir.
Ali Ağabeyin anlattığına göre; 2007 yılında yine Almancı vatandaşlarımızdan bir hanımla arkadaşı gelmiş türbeye. Hanımın elinde Almanca, Balıklı Dede hakkında bir kitap varmış lakin o sırada Ali ağabey türbede değilmiş. Türbede bulunanlardan hiç kimse de: "Arkadaş, o elindeki kitap ne, kitapta ne yazıyor?" dememiş.

Böylece bir tarih, bir efsane sessiz sedasız yok olmak üzere.

İnternetten araştırdığım kadarıyla "Balıklı Dede" efsanesi İzmir ile Kütahya, Tavşanlı taraflarında, anılmaktadır. Görünürde, o Balıklı Dede ile bizim Balıklı Dedemiz arasında hiç bir bağ bulunmamaktadır.

25 Mayıs 2011 Çarşamba

Solmayan Resim...

Bu nasıl resimdir, 9 senedir bilgisayar masamın kapağına yapıştırdığım ufacık bir vesikalık resim solmadı. O kadar çok sigara içildi ki bu odada, o kadar çok boyandı ki duvar, perdeler, halılar, kilimler soldu resim solmadı...

Mustafa KARAKAYA; o zamanlar, 2002 yılında okula dahi gitmiyordu bu resmi oraya yapıştırıldığında. Yaramaz, adamı çileden çıkartan bir çocuktu o zamanlar...

Şimdi büyümüş, lisenin hazırlığını bitirecekmiş bu Haziranda. 9 sene oldu görmeyeli Mustafa'yı... Dün telefonla konuştum "Nasılsın Gökhan amca?" dedi. Unutmamış beni. Sende solma Mustafa, resmin gibi...

21 Mayıs 2011 Cumartesi

Köpeklerini Sevmeyen Alçaklara...

Datça belediyesinin iyi yönlerinden biride sahipli, sahipsiz hayvanlara sahip çıkması. Bunun için ilçemizde her türlü barınaklar, bakımevleri ve hastahaneler mevcut. Değerli veterinerlerimiz bunları kısırlaştırdıktan sonra yaşam alanlarına geri bırakmaktadırlar.

Genelde yazlıkçıların gitmesiyle ilçe; cins, cins olmayan köpeklerle dolar. Yazlıkçıların bir heves uğruna alıp, bakamadıkları köpekleri, köpek kadar vicdanı olmayan, hayvani ruhlu, karaktersiz; çocukları da kendilerine çekmiş şerefsizlerin salı vermeleriyle dolar taşar. Tabii ki bunlara bakmak, tedavi etmek, ilgilenmek belediyemizle halkımıza kalır...

Halkımız, bırakanlardan çok bırakılanları sevdiği için elinden gelen şefkati göstererek sokakların bomboş olduğu sezonda bile bırakılanları hiç bir zaman aç bırakmazlar.

Bu bırakılanlar haliyle, sahte bir sevgiden sonra sahipsiz kaldıklarında bir boşluğa düşmekte ve bırakanlarını bulamadıkları için kendileriyle uğraşmak zorunda kalırlar.

İşte, fotoğrafta da böyle bir görüntü gözler önünde. Bırakılanlar kendi aralarında gruplaşarak bırakan sahiplerinden öğrendikleri hünerlerini gösteriyorlar. Bir ay kadar sahibiyle Datça sokaklarında, villalarında, bahçelerinde gördüklerini aynen hemcinslerine uyguluyorlar. Kötü insan olan sahipleri hayvancağızları bir ayda nasıl bu şekilde eğitebiliyorlar anlamakta güçlük çekmeye gerek yok. Sahipleri de böyle zaten bunların; fotoğrafta görüldüğü gibi iki cins Alman kurdu ile bir başka cins, sahibinin tüm kötü yönlerini almamak için direnmiş bir başka köpeğe zarar vermek için kovalamışlar. Hayvan son çareyi denize girerek kurtulmaya çalışmış...

Daha çok yazacaktım ama sinirden yazamıyorum... Devamını siz yazın... Dilediğiniz gibi yazın, dilediğiniz kadar ağır yazın...

14 Mayıs 2011 Cumartesi

DATÇA ESENADA

Esenada, Datça ilçe merkezinin hemen dışında, yatların ve kayıkların demir attıkları yerde bulunmaktadır. Karşısında Yunanistan'a ait Symi ile Rodos adaları yağmurlu günlerde net bir şekilde görünmektedir.
Esenada'da 2-3 tane otel bulunmakla Sahil Güvenliğin bulunduğu yere kadar yürüyüş yapılmaktadır. Hemen girişinde de bin kişilik bir amfitiyatro vardır.
Esenada, Datça ilçesinin en güzel yerlerinden birisidir. Aslında Esenada bir ada olmayıp yarımadadır, halk tarafından ada olarak adlandırılmıştır.
Esenada'nın Öğretmenevi tarafına bakan kısmından görüntüsü.
İngiliz arkeolog Charles Newton tarafından 1858 yılında çalınan "Knidos Aslanı" British Museum girişinde sergilenmektedir. Knidos Aslanı'nın birebir kopyası Çerkez asıllı bir sanatçı kardeşimiz tarafından yapılıp Esenada'da ölümsüzleştirilmiştir.

9 Mayıs 2011 Pazartesi

Malta Eriğimle Kayısı Ağacım

Bu Malta Eriği'ni iki sene evvel Arif amcam bahçesinden kapıp getirmişti. Güzellerinden de aşısını da yapmıştı. Gerçi iki fidan getirmişti ama ben bir tanesini sökmüş atmıştım. Sökmemin nedeni ise civarda, yakın civarda bu ağaçtan olmasıydı. Birbirlerini döllemeleri için ikinci bir ağaca gerek yoktu.
Bu sene alt dallarını keserek ağacı budadım; seneye sağdaki dal da budanacak. Görüldüğü gibi uçlardaki açık yeşil dallar bu senenin dalları. İşte ağaçlar bu şekilde her sene kendilerine göre boy atıyorlar.
Bu da gene iki senelik "Malatya Altın Kayısı" denilen ağacın görüntüsü. Bunu da Datça pazarından almıştım. Aldığımız arkadaş emin bir arkadaş, ne de olsa yıllardan beri her hafta yüz yüze bakıyoruz. Aşısız ve kalitesiz mal getirmeye cesaret edemez.

Lakin, bu benim ağaç daha çiçek açamadı. Hemen aşağıda Abdullah Efenin bahçesindeki kayısı ağacının üzerinde o kadar çok çiçek var ki, benimkisi neden daha çiçek açmadı diye bir soru gelmişti ki aklıma Muhammet abi hemen yanıtları: "Cinsi değişik bu ağacın..."
Hemen yakında bir foto daha aldım, bazı dalların tomurcuklandıkları yakından görülmektedir. Buda demek oluyor ki; bu sene "Malatya Altın Kayısı"sı yiyebileceğiz...

6 Mayıs 2011 Cuma

Anne Kedi Gene Yavrulamış...

Ben köydeyken anne kedim yavrulamış. Üç tane yavruyu görünce şok oldum. Bu kedi genelde 1 tane yavrulardı, bu nasıl oldu?
Anne kedim her sene 1 tane yavru yapardı yavrularda erkek olurdu. Bu sefer 3 tane yapmış, üçü de kız...
Bakım iyi anne kedi üçüne de bakıyor, lakın bu kadar kedi fazla. Gerçi Çorum'daki bahçe bunların büyümesine yeter de büyüyünce ne yapmalı? Mutlaka bunları köye götürmem lazım. Küçükken götüreyim ki büyüyünce doğaya yabancı kalmasınlar. Tüyleri de tam doğaya uygun, Bengal Kaplanları gibi, avlarına belli etmeden yaklaşabilir, rahatlıkla avlanabilirler.
Üç kardeş mutlu bir şekilde oynaşıyorlar.
Artık büyüdükleri, tuvalet ihtiyaçları meydana geldiğinden dolayı balkona karton bir kutudan yuva yaptım, bu yuvayı hemen benimsediler. Balkondan aşağıya düşmemeleri için de balkonun etrafını karton korkuluklarla çevirdim.

Ağabeyleri AKBEY, annelerinin yokluğunda onlara mukayyet oluyor. Belli ki AKBEY yavruların yeni yuvalarını çok beğenmiş devamlı orada yatıyor.

Ahh Karabibiğim Ahh...

3 Mayıs Salı akşamı Şrfe aradı; "Kedilerin akşam yemeğini verdikten sonra Karabibik dışarı çıkmış biraz geç kalmış. Sonra bağırarak gelmiş ki ne görsün hayvan arka bacağını sürüyerek balkona kadar gelmiş. Karabibiğe araba mı, motor mu neyse bir şey çarpmış, sağ arka ayağını patiden itibaren bileğe kadar ezmiş. Ayak bileğinin kemiği dahi görünüyormuş, ayrıca kuyruğunun yarısınında tüyleri tamamen soyulmuş. Haberi alır almaz Çorum'a geldim.

Saatin geç olması, havanın da şiddetli yağışlı olmasından dolayı veteriner bulunamamış, bulunan bir veterinerde şimdilik bir müdahalede bulunamayacağını, ayağın sıkıca sarılması gerektiğini, sabahleyin bakabileceğini söylemiş.

Çorum Hayvan Rehabilitasyon Merkezi'ni aradığında Bu saatte büroda görevlilerin bulunmadığı ama sabahleyin getirilirse gereken yardımın sağlanacağını söylenmesi üzerine ilk müdahale yapılarak sabah olması beklenmiş.

Resimde Çorum Belediyesi'nin Tam teşekküllü Hayvan Barınağı'nın girişi görülmektedir.
Burası da binanın hemen girişindeki Ameliyathane ve idari bölümlerin olduğu yer.
Karabibiği sepetine koyarak rehabilitasyon merkezine getirdik. Her yer tertemiz, her şey olağandan iyi bir şekildeydi. Muhteşem bir yerdi burası.
Veteriner Hekim Aynur Hanım, Karabibiği derhal ameliyat odasına alarak operasyona başladı. Kesinin başında Şrf bekliyordu. Ben bu gibi şeylere bakmaya dayanamadığım için dışarıda yasak olmasına rağmen kimselere belli etmeden fotoğraflar çekmeye başladım.

Ben Çorum'da bu kadar muazzam bir yer olacağını düşünememiştim bile. Her şey ve her yer o kadar tertipli düzenliydi ki anlatamam, fotoğraflardan sizler anlayın artık.

Belgesel kanallarda bu tip yerlerin hep Amerika, İngiltere, Fransa, Almanya gibi yerlerdeki hayvan sevenlere hizmet ettiğini zannederdim. İnsana ve hayvana hep diğer gelişmiş ülkelerde değer verildiğini bilirdim. Ama burasını Çorum Belediyesi'nin bu güzel hizmetini gözlerimle gördükten, resmettikten sonra Çorumumuzun çağı çoktan yakaladığını fark ettim.
Sahipsiz, bakıma muhtaç ve yaralı hayvanların bakıldığı ve tedavi edildiği yerlerin tertip ve temizliği, hiç bir emeğin esirgenmediğini müşaade ettim.
Öyle bir düzen kurulmuş ki, saat gibi işliyor... Tıpkı hastahanelerdeki sistem hayvanlara uygulanmakta. Veterinerler, bakıcılar, temizlikçiler, velhasıl tüm görevliler canla başla, bilinçle çalışıyorlar.

Sayın Belediye Başkanımız Muzaffer KÜLCÜ; her bakımdan, her türlü övgüye layıksın. Tekrar kutlarım sizi...
Karabibik, ameliyat edilmeden önce uyumamak işin epeyce direnmiş, sonra narkozun etkisine yenik düşmüş.
Sağolsun Veteriner Hanım ile bakıcı Arif Bey, ellerinden geleni yaparak Karabibiğimizin kırık ayağını tedavi etmeye çalıştılar...
Eve getirilen Karabibik, ilk önceleri ayağındaki sargılara alışamadı ama acısı geçtiği için çok mutluydu. Annesinin sıcaklığını duymak daha da mutlu ediyordu Karabibiği.
Veteriner hanım; "3 hafta taşıyacak bu bandajı, sonra sökeceğiz." dedi.
Karabibik, bir oyana bir buyana devrilerek 3 haftanın geçmesini bekliyor. Biraz da olsun seke seke yürümeye alıştı.

1 Mayıs 2011 Pazar

KARAKIZ...

KARAKIZ; benim 5 yıllık arkadaşım. Her Mart ayında köye geldiğimin ikinci günü gelir beni bulur. Köye geldiğimi nasıl anlıyor çok merak ediyorum. Ben onu tanıyalı 5 yıl oldu ama kaç yaşında olduğunu bilmiyorum, köye indiğini hiç görmedim, hep doğada yaşıyor. Geçenlerde çok yaşlı, benim evin önünden damına gidilen Osman amca gelmişti: "Bu kedi ne arıyor burada." dedi. "Bu kedi benim kedim, ben burada olduğum sürece hep benim yanıma gelir." dedim. Bu kışı Osman amcanın damında, keçilerin yanında geçirmiş demek ki.
KARAKIZ; bunca yıldır doğada yaşadığına göre bizim ev kedilerinden daha kuvvetli bir yapıya sahip. Benim evdekiler gibi 3 öğün yemeğini veren olmadığına göre hayatını doğadaki hayvanlarla idame ettiriyor olmalı. Burada, KARAKIZ, göz açıp kapayıncaya kadar kendine bir kertenkele tutmuş yiyordu, elinden almaya çalıştığımızda hayvancağız çoktan ölmüştü.
Fotoğraflardan da anlaşılacağı üzere KARAKIZ hamile... Benimle kaldığı için kendisine çekyatın üzerinde yer hazırladım. Odanın penceresini de hafif açık bırakıyorum, dışarı gitme ihtiyacı duyduğunda kendisi gidip pencereden geri gelip yerine yatıyor. Böylece yağmurdan, soğuktan ve düşmanlarından bir nebzede olsa kurtulmuş oluyor.

5 Nisan günü Muhammet amcayla bahçede otururken KARAKIZ rahatsızlanmaya başladı. Anladım ki yavrulayacaktı. Muhammet abiye; köyde veterinerimiz var mıdır gibisinden: "Muhammet amca veteriner bulabilir miyiz?" dediğimde: "Marmaris'e götürelim" dedi. Ben önce anlamadın ama hem kediyi hem de KARAKIZI düşünürken Muhammet amca: "Yav arkadaş bunun altı üstü kedi değil mi? Evelden doğururken baytar mı doğurtturuyordu? dediğinde espriyle karışık kızdığını anladım.
İçeri girdiğimde ilk yavrusunu doğurmuştu. Kendisi gibi kara bir şeydi.
Sonra sırasıyla, ikinci, üçüncü dünyaya geldi. Kedilerin genelde 3 yavru yaptıklarını bildiğim için; "Eh, yeter üç yavru." dedim kendi kendime.
Sonra bir daha baktığımda yavrular 4 olmuştu. Tekir bekir bir şey daha yavrulamıştı.
Bu diğerlerinden çok farklı bir yavru. Komplesi Tekir tüylü...
Biraz sonra miyavlamalar, bıcırdamalar kesildi. Belli ki Yeni Gelenlerle anne arasındaki bağlar atılmaya başlamıştı...
Tekrar baktığımda; Yeni Gelenler aç sinek larvaları gibi anneye yapışmışlar emiyorlardı... KARAKIZ'ın iyi olduğuna çok sevindim, o benim çok sadık arkadaşım, onun sayesinde rahat rahat uyuyorum. Ama şimdi bu Yeni Gelenler sayesinde daha rahat uyuyacağım. Biraz büyüsünler bahçede akrep, yılan, çıyan hiç bir şey koymuyorlar, ne bulurlarsa yiyorlar. Bu bakımdan çok rahat oturup yatıyoruz evlerde.
1 hafta sonra yağmurlar dinince kendilerine bahçenin arkasında güzel bir ev yaptım. Tahta kutuyu bir de muşamba ile kapladım, içerisine de minderler koydum... Şimdilerde rahat rahat uyuyorlar...