20 Ocak 2009 Salı

15 Ocak 2009 Perşembe

Natürmort...

(16 Ocak 2009)
(15 Ocak 2009)
(14 Ocak 2009)

14 Ocak 2009 Çarşamba

Namibya...




(Not: Fotoğrafların alındığı siteler üzerlerinde yazmaktadır)

13 Ocak 2009 Salı

11 Ocak 2009 Pazar

Çalıntı Knidos Afrodit'i ile Knidos Aslan'ı...


İngiliz arkeolog Charles Newton, 1858 yılında Knidos Aslanını çalarken...
"British archeologist Charles Newton in 1858, while theft of Knidos lion."

(Önemli not: Yazılar ile fotoğraflar çeşitli sitelerden alıntıdır)
Dünyanın yedi harikasından ikisi Ege Bölgesindedir Efes Artemis Tapınağı ve Bodrum’daki Anıt Mezar. Dünyanın en güzel kadın heykeli Datça’da (Knidos) yontulmuştur…

Arkeolojide Klasik Dönem olarak bilinen, milattan önce dördüncü yüzyılda, Knidos’ta Praksiteles isimli heykeltıraş, çırılçıplak bir tanrıça heykeli yapar… Aslında heykel Koslular için yapılmıştır. Ancak çıplak olduğu gerekçesiyle kabul edilmediğinden, onlar için ayrıca bir de giyinik olarak, yeni bir heykel yapılmıştır. Ama, sanata ve sanatçıya daha duyarlı ve hoşgörülü olan Knidoslular, bu güzel Afrodit (Aphrodite) Heykelini kentlerindeki yuvarlak planlı tapınağa yerleştirerek kült heykeli olarak sergilemişlerdir. Ayrıca, bir övünç gösterisi olarak, Knidos sikkelerinin üzerine de kabartmasını basmışlardır. Zamanla ünü dört bir yana yayılan bu heykeli görmek için, dünyanın her yerinden tüccar ve gemiciler kenti ziyarete gelmişlerdir…

Çıplak kadın heykelleri arasında, tümüyle çıplak olarak yontulmuş ilk eser olduğuna inanılan heykeldir.

Bir tanrıçayı çıplak olarak; kadınlığın tüm özelliği ve güzelliği ile betimlemeye, ilk olarak heykeltıraş Praksiteles cesaret etmiştir. Sanatçı soğuk mermeri, bir kadın vücudunun sıcaklığına ve yumuşaklığına dönüştürmede çok başarılı olmuştur. Heykelde, tanrıça geriye doğru attığı sol ayağını dizinden hafifçe kırarak, diğer bacağına doğru yaklaştırmakla, çıplak bir kadının doğallıkla yapacağı hoş bir hareketi sergilemiştir… Tanrıçanın hamamda olduğunu belirtmek için yan tarafına konan hydrianın üstünden, aşağıya doğru sarkan elbise ve kaba kumaş kıvrımları; Afrodit’in ışıldayan, çıplak ve pürüzsüz bedeni ile karşıtlık yaratmaktadır. Sanatçı ortaya koyduğu bu ilginç tavrıyla, Klasik Dönemin sınırlarını aşarak, yeni bir dönemin habercisi olmuştur...

İngiliz arkeolog Charles Newton, 1858 yılında Knidos’ta kazı yaparken, günlüğüne şunları yazmıştır: “…Halikarnassos’un gurur duyacağı bir anıt mezarı: Mozele’si, Rodos’un bronzdan dökülmüş anıtsal bir heykeli: Helios’u varsa, küçük Knidos kentinin de aynı şekilde gurur duyabileceği bir Afrodit Heykeli vardır; o heykeldir ki, Bithynia (Ege bölgesinin kuzeyi) Kralı Nikomedes, karşılığında kentin bütün gelirini ortaya koymuştur; Knidosun bütün borçların silmiştir, ama nafile… Ayrıca Roma İmparatorluğu Döneminde, bütün ülkelerden sanat meraklılarının sırf onu görmek için Knidos’a akın etmelerine neden olacak kadar da ünlenmiştir…” C. Newton buradaki kazı sırasında ele geçirdiği çok sayıda heykel ve arkeolojik malzemeyi Londra’daki Britanya Müzesi’ne götürmüştür.

Roma Döneminde Knidos’a yapılan bu tür ziyaretlerden biri de, Lukianos’un yazdığı “Amores” (Aşk Öyküleri) adlı kitapta anlatılır: “…Afrodit Heykeli’nin güzelliğinden etkilenen ve gece gizlice tapınağa giren bir delikanlı heykele öylesine sarılır ki, heykelin kalçasında iz kalır…”
Tanrıçanın tamamen çıplak olan heykeli, antik yazarlarca da uzun övgülerle anlatılmıştır. Plinius: “…Denizcilerin, dünyanın en güzel eserini görmek için, teknelerinin yelkenlerini Knidos’a doğru açtıklarını…” anlatmaktadır.

Bugün, Knidos Afrodit Heykeli’nin çok sayıda kopyaları olmasına karşın ne yazık ki aslı kaybolmuştur. Romalı soyluların konutlarında, hatta İmparator Hadrianus’un Tivoli’deki villasında bu heykelin kopyaları bulunmuştur.
Afrodit, Rönesans’ın ünlü İtalyan ressamı Botiçelli’ye de esin kaynağı olmuştur. Ressamın çok bilinen yapıtı “Venüs’ün Doğuşu”nda, mitolojik öyküye uygun olarak Afrodit’in deniz köpüklerinden doğuşu anlatılmaktadır…

Ünlü ozan Hesiodos şöyle anlatır Afrodit’in doğuşunu:

Dalgalı denize atar atmaz onları
Gittiler engine doğru uzun zaman.

Ak köpükler çıkıyordu tanrısal uzuvdan:

Bir kız türeyiverdi, bu ak köpükten.

Önce kutsal Kythera'ya uğradı bu kız,

Oradan da denizle çevrili Kıbrıs'a gitti

Orada karaya çıktı güzeller güzeli tanrıça,

Yürüdükçe yeşil çimenler fışkırıyordu

Narin ayaklarının bastığı yerden.

Aphrodite dediler ona tanrılar ve insanlar,

Bir köpükten doğmuş olduğu için.

Afrodit, kendinden emin ve verdiği sözünün ardındadır. Kaz (İda) Dağı’ndaki ünlü güzellik yarışmasında zorlu ve amansız tanrıçalarla yarışır. Rakiplerinin Athena (akıl ve savaş tanrıçası) ve Hera (baş tanrı Zeus’un eşi) olmasına karşın kendine olan güveninden dolayı korkusuzca yarışmaya katılır. Yarışmanın hakemi Troyalı Paris “en güzel tanrıça olarak” Afrodit’i seçer… Ve Afrodit de söz verdiği gibi, Paris’i dünyanın en güzel kadını Helen’le buluşturur… Bunun soncunda ünlü Troya Savaşları başlar… Afrodit, vefa borcunu ödemek için savaş boyunca Troyalıları koruyup kollamıştır. Savaşın getirdiği yıkımından sonra da oğlu Aeneis Anadolu’dan göç ederek Roma Uygarlığını kurmuştur…

Ve Knidos’daki Afrodit Heykeli dünden bugüne güzelliğin ölçüsü olarak, dilden dile anlatılarak günümüze kadar gelmiştir…

Osmanlının zor durumda bırakıldığı 1857 yılında İngiliz Sir Charles NEWTON, kraliyetin emrine verdiği bir harp gemisi, 250 tayfa, 2000 paundla Knidos'a ayak basar. Newton kazıları, eserlerin çıkarılması, 212 sandıkla gemiye yüklenmesi 384 gün sürer. Köylülerimiz ona "Toprakta delikler açan deli İngiliz" derlerdi.Bu çalışmalarından ötürü, Londra Üniversitesi ona, "arkeoloji doktoru" ünvanı verdi. Kraliyet ise "Sir "ünvanını. 2006 yılı kazılarında bile elektrik, su, barınma sorunları devam ederken, 150 yıl evvelki şartlarda kazı yapan Newton, gerçeği şu sözleriyle dile getirmiştir, "Bir yıllık Knidos çalışmam, ömrümün yirmi yılını aldı."

Başka bir açıdan;

MÖ.IV. yy. Elausis yortu günü. Ülkenin her yanından gelen 20 bin kişi plaja toplanmıştı. Aphrodite rahibesi PHRYNE ağır ağır dalgalara doğru ilerledi. Kuşağını çözdü. İç çamaşırları dahil giysilerini teker teker çıkarıp kumsala attı. Saçlarını açıp omuzlarına dağıttı. Denize girdi... Seyredenler arasında bulunan ünlü heykeltıraş Praksiteles, bu olağanüstü güzellik karşısında büyülendi. Bu rahibe, Aphrodite'nin ta kendisiydi. Ve kararını verdi. Bu güzelliği ölümsüz kılacaktı. Praksiteles'in Paros mermerinden yaptığı Aphrodite heykelini Knidoslular satın aldılar., Şimdi görülebilen yuvarlak tapınağa yerleştirdiler. Tapınağın, heykelin görülebilmesi için iki yönde kapısı vardı. Böylece heykel hem önden, hem arkadan görülebiliyordu.Knidos Aphrodite'sinin bir eli cinsel organını kaparken diğer eli havlu tutuyordu. Yani çırılçıplak, banyodan yeni çıkmış olarak tasvir edilmişi. Yapılmış ilk çıplak kadın heykelidir. O tarihe kadar yalnız erkek heykelleri çıplak yapılıyordu. Dünyanın en güzel eseri kabul ediliyordu.
Denizcilere şans getirdiğine inanılırdı.Tanrıçaya, evlenecek olanlar bir çift kumru hediye ederlerdi.
Antik çağda, beğenilen heykelleri kopyalarını yapmak modaydı. Knidos Aphrodite'sinin, Antik Çağda yapılmış 53 kopyası halen değişik müzelerde sergileniyor. En önemlileri;Vatikan Müzesi, Paris Louvre Müzesi, Münih Müzesinde sergileniyor.
Samsatlı Lukianos, 2. yy. da yazdığı Erotika adlı kitabında; Kharikles ve Kallikradites adlı iki kişinin, Knidos ve tapınağı ziyaretlerini anlatır. "Kutsal bahçenin yanına geldik. Güzel kokular bizi sarhoş etti. Defne, mersin, selvi ağaçları... Tapınağa girdik, ortada heykel duruyordu. Dudaklarında çekingen, utangaç bir tebessüm. Güzelliğini, sol elinin hafif bir eğimle kapadığı yer dışında, hiçbir şey örtmemiş. Güzelliğine çarpıldık. Tanrıçanın her tarafını inceleyip öptük."
1969 yılında Aphrodite Tapınağını bulup ortaya çıkaran, Amerikalı Ark. Iris Love, heykelin başını British Museumda bulduğunu ileri sürdü ama ispatlayamadı. Tapınağın yakınlarında, heykelin gri mermerden kaidesini de buldu. Yine bu alanda doğal boydan daha uzun, başsız bir kadın heykeli daha buldu. Ören yeri müzesinde sergileniyor.Antik bir yazar, Heykelin, İmparator Theodosius tarafından İstanbul'a Lausos Sarayına aldırıldığını ve 475 yangınında yok olduğunu yazar. Bu ifade inandırıcı değildir. Bunun kopyası da olabileceği iddia ediliyor. Tapınak alanında çok sayıda pişmiş figürin ele geçirildi. Yüzlercesinin üzerinde, erotik ve pornografik tasvirler yer alıyor. Bu figürinlerden Lucian yazılarında baseder.
Yine Lukianos'un EROTİKA "Aşk Öyküleri" isimli kitap, Knidos'a yapılan bir gezinin hikayesini anlatır. "Kutsal alandaki mis kokulu güzel bahçelerden geçtikten sonra tapınağa girerler. Heykelin güzelliği karşısında büyülenirler. Heykelin arkasını da görmek için tapınağın arkasına dolanırlar. Onlara yaşlı bir kadın, kilitli kapıyı açar. Heykelin arkası da önü kadar mükemmeldir. Tanrıçanın kalçasının iç tarafında bir leke vardır. Aralarında konuşurlar; Heykeltıraş mermerin lekesini ne de dahice gizlemiş. Yaşlı kadın hayır der. Düşündüğünüz gibi değil. Ve lekenin hikayesini anlatır; Bir zamanlar tanrıçaya aşık bir genç yaşardı. Her gününü akşama kadar tapınakta geçirirdi. Bir gün tapınakta saklanıp, kapılar kapanınca içerde kalmayı başarmış. Sabah olduğunda anlaşılmış ki genç tanrıçayla sevişti. İşte bu leke o sevişmenin izidir."
Knidos Afrodit'i, canlı bir insanın tıpa tıp kopyasıydı. Aslı, Phyrine isimli bir Afrodit rahibesiydi. Tarihçi Athenaus'un yazdığına göre; Phryne birini öldürmek zorunda kalmıştı. Mahkemede rahibeyi avukat Heperides savunuyordu. Avukat savunmasının bir yerinde Phrine'nin gerdanını ve göğsünü örten giysiyi yırttı ve ""Bu güzelliği nasıl
ölüme mahkum edebilirsiniz!... "dedi.

Datça Konidos’dan çalınan sadece Afrodit heykeli değildi, tapınakta bulunan Knidos Aslanı’da çalınmıştı.

Datça’da yapılmış Knidos Aslanı, Knidos Demeteri ve Knidos Afroditi adıyla bilinen üç heykel olduğunu bilinir. Afrodit heykelinin halen kayıp olduğunu Knidos Aslanı ve Knidos Demeteri heykellerinin ise İngiltere’ye kaçırılmıştır.

8 ton ağırlığında olduğu belinen aslan heykelinin tarihçesi MÖ 2.000 yılına kadar dayanıyor. Amiral Conon (Kimmeryalı Conan) yönetiminde büyük bir deniz savaşını kazanan Knidoslular, zaferin anısına bu heykeli yaptırıyorlar. Heykel şehrin yaklaşık bir buçuk kilometre doğusundaki bir tepeye dikiliyor. Heykelin özelliği, açıktan geçen bütün gemilerin görebileceği şekilde tasarlanmış olması. Yüzündeki ifade, göz çukurları ve aslanın duruşu gibi özellikler güneş ışıklarının açısına göre uzaktan bakıldığında daha güzel bir anlam kazanıyor.
Heykel, 1855 yılında İngiliz Subay-Arkeolog Sir Charles Newton tarafından bir savaş gemisine yüklenerek götürülüyor.

Knidos’tan çalınan en önemli parçalardan Aslan heykeli British Museum gibi çok önemli bir müzenin girişinde ziyaretçilerin karşısına çıkan ilk tarihi eserdir…

Afrodit heykeli ise Vatikan’da Papazların elinde esirdir; Vatikan’ın karanlık zindanlarda…

"Bu heykeller bu coğrafyaya aittir. Binlerce yıl önce burada yaşayan insanların isteği ve emeğiyle yapılmış eserlerdir. Buraya ait olan heykeller ne pahasına olursa olsun bu topraklara geri gelmelidir, işte o geri dönüş, ruhları işkencelerden kurtaracak ölmüşleri huzura kavuşturacaktır…
"This sculpture belongs to this geography. Desire and efforts of thousands of years ago made people living here works. The sculptures belong here, no matter what the cost should come back to this land, then return here, They will provide peace died to save the souls of tortured."

10 Ocak 2009 Cumartesi

Kompozisyon...



(11 Ocak 2009)
(1O Ocak 2009)
(09 Ocak 2009)
(08 Ocak 2009) (o7 Ocak 2009)

4 Ocak 2009 Pazar

Anadolu'da bir efsane Hitit (Eti) uygarlığı ve Kral Paşinuva...

















(Önemli not: Fotoğraflar Çorumlu sanatçı ve Çorumlular tarafından çekilmiş olup Çorum sitelerinden alınmıştır)
Ey memleket!Ey memleket! Piribaba Çamlığı’ndan Çomar Barajı’na Attığım adım kadar saydığım şu yıldızlar Senin üstünden kayar da kayar… Eski faytonların güzergahı Kadın Pazarı, Taşıdığım ağır fileler çocukluğumun hatırası… Lise çıkmazı taşlı sokak Kara Bahattin’in dar bahçesi Gözümde tütüyor çelikle çomak Çocukluğumun Çorum lehçesi… Ey Memleket Ey Çorum ey! Kale’nin surları, Milönü sokakları Hasan Paşa’nın imzası saat kulesi yerinde mi? Kış armudunu toplayıp da bilmeden pişirmeye Yalçın’la okulu yırtıp da gazoz kapağı ütmeye Maçlara beleş girmeye hasret bakmışım be! Hasret kalmışım o yıllara… Ey Çorum ey! Dehey; anılara dem düşürdüğüm Yıllarımı bölüştüğüm Çorum ey! Nadık hala bakımsız mı Ya o, statda başlayan kanal? Ateşlerle içinden geçtiğimiz O kanal hala yerinde değil mi? Ey memleketim, ey Çorum; Benim kütüğüm sende, senin hasretin bende. Babam senin ağacının dibinde Bacım senin mahallende Ben…Ben gurbet ellerde… Gurbet dedim de aklıma geldi, O, utandığım vahşetten kaçanlar Döndü mü geriye? Ya, o bir bir yanan binalar Dikildi mi yerine? Ya büyüdüğümün aşinası Yolyapar, Mehmet Ağabey, Mustafa’sı ne yapar? Yine yazar, yazar değil mi? Ey memleket, ey kara toprağım Pancarlı pidesine Zarif’in tandırına yandığım. Ekmek parasına, tası tarağı toplayıp göçtüğüm Gurbette sıla diye her gün öldüğüm memleket… Sen ki; Babamın ocağı, soyumun dergahı, Bekle, bir gün geleceğim sana. Ey Çorum! Döneceğim günler yakındır Yazdığım bu satırlar hep sana ağıttır. Hazır eyle toprağımı, hazır eyle mezarımı Bekle bir gün döneceğim Bekle yollarımı…
(Yusuf Ziya LEBLEBİCİ)